Lisedeyken ülkücüydüm hem de azılı bir ülkücüydüm. Haftanın 3-4 gününü Karşıyaka Ülkü Ocağında geçirirdim, cuma günleri ocakta verilecek seminer için okuldan adam toplardım, kavgaya hazırlık olsun diye silah hazırlardım(sopanın etrafına izole bant çekiyorduk daha çok acıtıyormuş), bazen çay demlerdim hep birlikte içerdik. Hatta, şu an nefret ettiğim, vatana ihanet içersinde bulunduğunu düşündüğüm, bana göre Türkiye’nin tek bölücü partisi olan Mhp‘nin mitinginde bayrak sallamışlığım bile var. Ve evet ilk oyumu bölücü bir parti olan Mhp’ye atmıştım. Tüm bu çabalarım takdir görmüş olacak ki hayatta tanışmaktan çok büyük mutluluk duyduğum Umut Reis beni reis yaptı(bazı cümleler yüksek dozda reis kelimesi içerebilir). Ben de o zamanlar kırmızı converse giyen Tokio Hotel dinleyen bir çocuğum. Umut Reis beni neden reis yaptı hala anlayamam. Neyse ben kırmızı converse giyip tespih sallamaya başladım, yani o zamanlar tam bir yürüyen Anadolu ve Batı senteziyim. Hoşuma da gitmiyor değildi. Gel zaman git zaman ben bu milliyetçilik hakkında kafa yormaya başladım insanın seçmediği, seçemediği bir şey ile övünmesi bana çok saçma gelmeye başladı. Bir insan neyiyle övünür diye düşündüm: Hayattaki başarıları ile. Bir milliyetçi de milletinin başarıları ile övünmeliydi, dünyaya kattığı şeylerle. Ama gel gör ki Türklerin dünyaya kattığı da hiçbir şey yoktu. Ee amk ben o zaman neden Türklüğümle övüneyim diye düşünürken ocaktan da soğudum, elimi eteğimi çektim. Ama hayatımın belli bir kısmını bir insan neden miiliyetçi olur neden ülkücü olur diye düşünerek geçirdim. Gerçekten belli bir mantığa oturtmaya çalıştım, ama olmadı. Bu düşüncelerim Orhan Pamuk’un Cevdet Bey ve Oğulları adlı kitabını okuyana kadar böyle sürüp gitti. Bu kitabı burada anlatacak değilim. Sonuçta bu site Radikal Kitap Eki değil amk. Gidin okuyun güzel kitap ben kefilim. Beğenmezseniz ya gelin bana küfredin ya da lisede size edebiyatı anlatamayan, öğretemeyen öğretmenlerinize. Bana aydınlanma yaşatan paragrafı olduğu gibi buraya alıyorum.
“Siz inanmadan önce düşünmek, anlamak istiyorsunuz. Bunu yaptığınız için de inanamıyorsunuz. Ama böyle mutluluktan kurtulamazsınız ki… Önce kendinizi duygularınıza bırakın! Önce inanın, heyecanlanın. Sonra aklınızı kullanırsınız… Böyle durup derinlemesine düşünmek… Bu insanı işte mutsuz yapar. Türkiye’de burada böyle düşünmek insanı toplum dışına iter. Bunu benim kadar bilirsiniz. Burada düşünen yalnız kalır… Burada duygulanmadan düşünmek sapıklıktır… Hem her şeyi aklımızla nasıl kavrarız? yaradılıştan bize yalnız akıl verilmemiş. Duygularımız da var! Türk bayrağını görünce heyecanlanmıyor musunuz? Biraz olsun heyecan yeter! Heyecanlanın, inanın, toplumun içine katılın, kendi aklınızı silin. İşte o zaman mutlu olacaksınız..”
Bu cümleler batı yanlısı şair Muhittin’e Türk milliyetçisi Mahir Altaylı’nın söylediği sözler. Muhittin’in hiçbir şeye tam analamıyla bağlanamamasından ve mutsuz olmasından dolayı Mahir Altaylı ona milliyetçilik ve Türklük hakkında bazı sözler söylüyor. Buradan ben ne anladım gelelim ona. Yani adam diyor ki bir şeylere bağlanabilmek için önce kalbini devreye sokacaksın. Eğer ki aklın devreye girerse heyecanlanamazsın, bağlanamazsın. İşte milliyetçi olmak ya da bir şeylerin fanatiği olmak için de aklı bir süre devre dışı bırakmak gerekiyor. Kalbinle düşünmen kalbinle hareket etmen lazım. Aklını bir an olsun devreye soktuğun an o etkiyi yaratmaz diyor. Tam ben de “evet ya milliyetçi olmak için duygusal olmak lazım önce duyguları harekete geçirmek lazım” diye düşünmeye başlamışken Osman Pamukoğlu’nun seçim afişini görmüştüm. Slogan şöyleydi: “Yüreğinle düşün”. He dedim tamam Osman Pamukoğlu da işi çözmüş milliyetçi kitlenin aklına değil kalbine hitap etmesi gerektiğini anlamış(Yeterince çözememiş ki 30 bin oy mu ne aldı jasdhashjsd)
İşte bu paragraf, zekasından şüphe etmediğim hatta hayran olduğum Vahit Hocamın “sol kesimin katilleri kahraman yapmakta üstüne yok Deniz Gezmiş gibi Yılmaz Güney gibi” açıklamasını yaparken sağ kesimin kahraman yaptığı Abdullah Çatlı’yı, Mehmet Ali Ağca’yı unutmasını yeterince iyi bir şekilde açıklıyor. Vahit Hocam o sırada duygularını aklının o kadar önüne geçirmiş ki kendi tarafının katillerini unutmuş.
Ben şimdi “ya duygularını öne geçiren adam aklını öne geçirenden daha gerizekalıdır” demiyorum aksine daha önce hep aşağıladığım milliyetçi kesimi anlamış bulunuyorum. Ben sadece ikinci belirttiğim şekilde düşünen insanlardan olduğum için onları anlamakta güçlük çekiyordum. Hayatta en ufak kararlarımda bile duygularım aklımın önüne hiç geçmedi, geçeceğini de sanmıyorum. Belki geçmesi daha iyi o ayrı konu.
Sonuç olarak ben duygularıyla düşünen fanatik adamları anlayabiliyorum ama onlarla konuşmaktan tartışmaktan zevk almıyorum. Allahtan bu taban içinde İbrahim Karasoy kardeşim gibi adamlar var da her istediğimizi rahatça söyleyip tartışabiliyoruz, ortak paydada buluşabiliyoruz. Zira fanatik bir milliyetçiyle çok uzun bir süre tartışamazsınız. Büyük ihtimalle öldürülürsünüz. Biraz şanslıysanız izole bantla sarılmış bir sopayla dövülür kurtulursunuz.