“20 yıl önce İngiltere’nin kuzeyinde bulunan bir kasabada, 10 yaşlarındaki iki çocuk, bir bebeği işkence ederek öldürürler. Tüm ada halkı dehşetle ayağa kalkar.” Bu cinayet gerçekten yaşanmıştır. İlk bakışta çok korkutucu göründüğü bir gerçek. Ancak özellikle bu cinayeti bu derece korkutucu bulmak biraz düşündürücüdür. Çocukların bazen, oldukça vahşi davranmaları doğal karşılanan bir olaydır. Hatta onlar için yarı ehlileşmiş, kötü yaratıklardır bile diyebirliriz. Asıl şaşırtıcı olan bu tür olayların neden bu kadar az yaşandığıdır.
Eğer Freud haklıysa insan belleğinde 3 evre bulunur. İd, ego, süperego. İd ilkel benliği temsil eder. Yine Freud’a göre insanın ilkel benliğinde 2 duygu vardır: ilki cinsellik, ikincisi şiddet. Ben ikincisi üstünde duracağım.
Bir insanın ilkel benliğinin en yoğun yaşandığı zaman nedir? Çocukluk evresi. O evrede sadece id vardır. Ego ve süperego gelişme aşamasındadır. Psikanalitik açıdan düşünürsek bu iki çocuğun bir bebeği öldürmesi aslında gayet doğal bir durumdur. Bence de geçerli bir yaklaşımdır. Burada William Golding’in en ünlü eseri “Sineklerin Tanrısı”na geçelim. Bu kitap, “Kürk Mantolu Madonna” ve “Otomatik Portakal” ile birlikte Starbucks’ta okumalık kitaplar listesinin başında yer alır. Bu yüzden, herkesin konuyu az çok bildiğini düşünüyorum. Issız bir adaya düşen bir grup çocuğun hikayesinin anlatıldığı bu kitap, ilk verdiğim örnekle birebir örtüşür. Tabi ki bu kitabın altmetninde çok daha fazla mesaj var ama beni ilgilendiren kısım şimdilik bu.
William Golding bu kitabı ıssız adada mahsur kalan çocukların daha bir hafta olmadan birbirlerini öldüreceklerini düşünerek yazdığı söylenir. Nitekim kitapta da öyle olur. Daha ilk günden Jack ve Ralph adlı iki çocuk gruplara ayrılır ve kendi adamlarını toplar. Daha sonra Jack’in grubu ada şartlarına uyum sağlayarak vahşileşir ve diğer grubu sindirmeye başlar. Burada en hüzünlü kısım ise filmin en sevimli karakteri Piggy’nin kafasını Diyarbakır karpuzu gibi yarmalarıdır.
Yani bu kitap bizi Freud’un psikanalitik tespitlerine geri götürür. İlkel benliği gelişmemiş çocuklar dünyanın en vahşi yaratıkları olabilir der yazar alttan alta. Bunda ne şaşırılacak ne de dehşete düşecek bir şey vardır. Çocukları masum görmek dünyanın en yanıltıcı fikri bile olabilir hatta. Çoğumuz çocukların boşanamayacağına ya da ticari sözleşme imzalamayacağına nasıl inanıyorsak kötü olamayacaklarına da aynı şekilde inanıyoruz. Burada felsefik birkaç soru çıkıyor karşımıza. Kötülük nedir? Kimler kötü olmakla suçlanabilir? Kötülük bir sebep sonuç ilişkisine dayanır mı?
Hadi biraz düşünelim bakalım…
*Yazı biraz karışık ve sıkıcı olmuş olabilir ama bu aralar fena halde felsefe ve psikoloji okumaları yapıyorum ve bu bana feci bir haz veriyor. Bu sıkıcı konu için özür dilerim.