İran İslam Cumhuriyeti’ndeki seyahatim dünyanın en saçma iki insanıyla birlikte devam ediyordu. İsfahan şehrine gidecektik ve İsfahan Gezi Notları hakkında yazı yazacaktım. Fakat, tam burada size biraz Eyüp ve Tunç‘tan bahsetmek istiyorum. Bu iki arkadaşı yaklaşık 3 yıldır falan tanıyorum. Evime girip çıkmışlıkları çoktur. Ancak hiç başbaşa bir şeyler yapıp bir yerlere gitmemiş; hep arkadaş ortamında bir araya gelmiştik. Eyüp ile ikili plan yaptığımızda kendimi Nahçıvan’da bulmuştum(evet dünyanın en saçma yeri). Tunç ile ilk ikili planımda ise İsrail’deydik. Hayat gerçekten çok garip. Daha da garibi bu iki değişik arkadaş daha önce birbirlerini görmediler bile. Van’da tanıştılar. Size bu ikisinin dünyanın en farklı insanları olduğunu anlatmak istiyorum ama nereden başlasam bilemiyorum. Bu yüzden anlatmayacağım ama ikisinin tek ortak noktası ikisinin de Beylikdüzü‘nde oturuyor olması. Gerisini siz tahmin edin.
İran’a geri dönelim.
İsfahan’a Gidiş
Tebriz’den başladığımız yolculuğumuz İsfahan ile devam edecekti. İsfahan, dünya üzerinde “en çok görmek istediğim şehirler listesi”nde 3 numaradaydı. Bu yüzden bende diğerlerinden farklı bir heyecan vardı doğrusu. İsfahan‘a vardığımızda “couchsurfing” üzerinden bulduğumuz “Emad” adlı çocuğun dükkanına gitmemiz gerekiyordu. Çok fazla zorlanmadan dükkanı bulduk. Babasının bizim kapalıçarşı gibi bir yerde dükkanı var, bir şeyler boyuyor, çiziktiriyor. Fena da sayılmaz aa. İstidatlı adam(Bu adama birazdan ayrı bir parantez açacağım). Emad 22 yaşında, çok düzgün bir çocuk. İngilizcesi zayıf. Zaten biraz da İngilizcesini geliştirmek için “Couchsurfing”te takılıyor. Bize tüm şehri gezdirdi, her konuda yardımcı oldu. İmam Humeyni Meydanı‘na götürdüğünde ise tüylerim diken diken oldu. Burası da “İran’da en çok görmek istediğim yerler listesi”nde 1 numarada yer alıyordu. Emad bizi aldı oraya götürdü. Meydanı görür görmez manevi bir aydınlanma yaşadım ve tüylerim diken diken oldu. İsrail’de almış olduğum “hahambaşı” unvanını artık kullanmamın gereksiz olduğunu düşündüm. Bu unvanın düşerek yerini “ayetullah”a bırakması gerekiyordu. Tunç da bunun çok doğru olduğu kanaatine vardı ve “hahambaşım” diye hitap ettiği bana, bundan sonra, “Ayetullah Ademî” şeklinde hitap edeceğini söyledi. Seve seve kabul ettim.
Ayetullah olduktan sonra bu 3 sapla biraz daha gezmeye devam ettik. İsfahan’ın “Landmark”ı Siosepol Köprüsü‘nü de dünya gözüyle görmüş oldum.
Akşam olduğunda eve geldik ve Emad’ın babası ve abisiyle tanıştık. Abisinin adı Amir, babasının adı Mehdi ama ben ona Aka Mehdi diyordum. Aka Mehdi dünya üzerindeki en pratik insanlardan biri. Mesela yemek yiyeceğimiz tepsiyi silecek bir bez bulamayınca hemen koltuğun üzerinde bulunan, az önce duş aldığı havluyla tepsiyi siliyor falan. Gerçekten muazzam bir pratiklik. Bu hızlı ve pratik hareketlerinden sonra bizi hemen kitlemeye başladı. 8 sene önce boşanmış, İran’da evli olmadan bir kadınla birlikte de olamıyorsun dedi. Sesi çok dertliydi. Zaten dikkatli baktığımda Aka Mehdi’nin sağ kolunun sol koluna kıyasla oldukça gelişmiş ve kaslı olduğunu gördüm(Ne kadar çok acı var şu dünyada). 8 yıllık bir bekarlığı tahmin etmek zor elbette ama Aka Mehdi’nin konuşmalarından acısına ortak oluyorsunuz. Aka Mehdi birkaç saat sonra bizi İnstagram’dan ekledi. Bir baktım benim profili açmış proflimde bulunan kızları sorup duruyor bana. Adamın evinde kalıyoruz bir şey de diyemiyorum ama bu kadar mı zor durumdasın, abazaya bağlamışssın Aka Mehdi dedim. Profilimde eski sevgilimle fotoğrafım var, bana diyor bu kız kim? Dedim o benim eski kız arkadaşım kendine gel(evet, eski sevgilimle hala arkadaşız, sürekli görüşüyoruz hatta whatsapp grubumuz var. İzmirlilik derecem: Expert) Sonra baktım birkaçına istek gönderiyor. Zor tuttum herifi. Aradan birkaç saat geçtikten sonra Aka Mehdi bize İstanbul anılarını anlatmaya başladı. Irak-İran savaşından sonra yaralarını saramayan Aka Mehdi soluğu merkez sağ yönetimindeki İstanbul’da almış. Orada kendi çapında iş kurmuş, takılmış biraz. Bir tane arkadaşı varmış. Adı Selçuk. Kendisi doktor. Bize, İstanbul’da KARANA’yı çok sevdiğini ve haftada birkaç kere Karanaya gittiğini söyledi. Biz KARANA’nın ne olduğunu anlamadık hee heralde tarhanadan bahsediyor bu falan dedik Eyüp ile. Biz de severiz ya tarhana çorbasını, tarhana çorbası buram buram Anadolu’dur, iç tabi ki Aka Mehdi dedik. Tarhana Anadolu’dur dedikten 3 saniye sonra ağzımdaki çayı yere püskürttüm ve Eyüp’e dönüp “oğlum ne tarhanası bu herif kerhaneye gidiyormuş ulan” dedim. O an, Karananın kerhane değil de tarhana olduğunu sanan saf Anadolu çocukları olduğumuz için gurur duyduk kendimizle. Ancak bu Eyüp denen deccalin yaverinin eline bir fırsat geçmişti. Adamı üstüme salacaktı. Bütün yol boyunca onu kitleyen adamlar yüzünden ben çok eğlenmiştim ve içine sindirememişti. Artık birinin beni kitlemesi gerekiyordu ona göre. Bunu anladım ama ses etmedim. Baktım Eyüp, adama sen İstanbul’a gel Aykut seni götürür Karaköy’deki kerhaneye dedi. Ben müslüman adamım ben gelmem öyle yerlere dedi. Eyüp kendi kazdığı kuyuya düşüyordu ama farkında değildi. Çünkü bu adamlar cidden 2 ay sonra İstanbul’a gelecekti. Fakat 2 ay sonra ben İstanbul’da değil Brezilya sahillerinde güneşleniyor olacaktım. Yani adam gelince yine bu Eyüp’ü yakalayıp ona musallat olacaktı. Ben de hiç bozmadan adamı iyice gaza getirdim. Gaza getirdim ki gelince Eyüp’ün kaçacak yeri olmasın.
Aka Mehdi sen gel seni Rusa bile götürürüm ben dedim. Pavyona gider sana konsomatris yağdırırım. Kadının meta olarak görüldüğü pislik ve aşağılık her yeri ayağına sererim. Yeter ki sen gel Aka Mehdi dedim. Elini de cebine attırmayız. Türk insanı misafirperverdir, ayrıca bizi burada krallar gibi ağırlamışsınız seni İstanbul’da kadınsız bırakmam ben dedim. Bir ara “ulan amma gaza geldim, içimde gizli bir pezevenk varmış diye düşündüm içten içe. Adam bunları duyunca gözleri parladı. Hayatımda gördüğüm en ilkel İngelizce’yi konuşan Aka Mehdi birden HUGH HEFNER gibi İngilizce konuşmaya başladı. Nasıl yardırıyor anlatamam. Muhabbet bitince aka Mehdi bir süre tuvalete gitti. 4-5 dakika gelmedi. Kendi özelidir karışamayız şimdi.
Bu zevkli, güzel ve iğrenç muhabbetli seyahatten sonra şairler şehri Şiraz’a doğru yol almamız gerekiyordu. 3. ve son yazıda ise İran’daki anarşist hareketlerimizden, Eyüp’ü mola yerinde unutmamızdan ve Türkiye Cumhuriyeti’ne geri dönüşümüzden bahsedeceğim. Son olarak size iki uyarı yapayım:
1- Selçuk adlı bir doktorunuz varsa şüpheyle yaklaşın.
2-Sizi İnstagram’dan miniaturist_abrishamkar adlı biri eklerse telefonu yakın ve oradan koşarak uzaklaşın. Gerçi o sizi bulur.