İran Gezi Notları
مشنو ای دوست که غیر از تو مرا یاری هست
یا شب و روز بجز فکر توام کاری هست
به کمند سر زلفت نه من افتادم و بس
که به هر حلقه موییت گرفتاری هست
گر بگویم که مرا با تو سر و کاری نیست
در و دیوار گواهی بدهد کاری هست
هر که عیبم کند از عشق و ملامت گوید
تا ندیدست تو را بر منش انکاری هست
صبر بر جور رقیبت چه کنم گر نکنم
همه دانند که در صحبت گل خاری هست
نه من خام طمع عشق تو میورزم و بس
که چو من سوخته در خیل تو بسیاری هست
عشق سعدی نه حدیثیست که پنهان ماند
داستانیست که بر هر سر بازاری هست
Arkadaşlar, son İran yazım olan İran Gezi Notları 3 adlı yazımda, şairler şehri Şiraz’dan bahsedeceğim için size Şirazlı Sadi’nin bir şiirini yazmak istedim. Ama büyük ihtimalle anlamıyorsunuz şu an. Boşverin ben de anlamıyorum. Havalı oluyor, entel duruyor diye yaptım böyle.
Şiraz vilayetine olan yolculuğuma kadim yoldaşım Anıl’ı özleyerek başladım. Çünkü fena halde bu Eyüp ve Tunç’tan sıkılmaya başlamıştım. Hadi bu gariban Tunç neyse ama Eyüp denen adamla bir aydır yollardaydık. Akdeniz sahillerinde kız arkadaşımla ateş başında yıldızları izlemek varken bu adamla izlemiştim, sahilde el ele yürümek varken bu adamla yürümüştüm(el ele değil), Urfa’da kız arkadaşıma “al çiğköfte ye cigerim” demem gerekirken bu adama cigerim demiştim, İsfahan’da ayaklarımı Siesepol Körüsü‘nün üstünden suya kız arkadaşımla uzatmalıydım bu adamla değil. Bu nasıl hayat. Bırak yakamı oğlum. En azından Anıl varken bazen Anıl’a musalllat oluyordu da rahat ediyordum. Tunç ile de yeni tanıştığı için mecbur bana musallat oldu.
Şiraz’a Varış
Daha Şiraz yolundayken tartışmaya başladık Eyüp ile. Ben Sadi’nin Hafız’a kıyasla daha büyük bir şair olduğunu o ise Hafız’ın yanında Sadi’nin lafının olmayacağını savunuyordu. Ben ısrarla “Eyüp kendine gel, Sadi bunları cebinden çıkarır, Sadi, Firdevsi’nin paltosundan çıkmıştır dememe rağmen Eyüp hala ” Hafız’ın hepsinden üstün olduğunu savunuyordu. Burada aklıma o meşhur tweet geldi, çünkü tartışma hararetleniyordu.
Aslında bu durum biraz sevindiriciydi. Çünkü Eyüp ile en son yaptığımız tartışma Manchester City- Real Madrid maçı üzerineydi. Tartışma konularımız gelişmişti. Büyük bir ilerleme kaydetmiştik, o yüzden şikayetçi olmadım. Tartışmayı sonlandırıp otobüs şoförüne Şiraz’a gelmeden antik Persepolis şehrinde ineceğimizi söylemeye gittim. Şoför İngilizce bilmediği için tüm Farsça bilgimi zorlayıp bunu ona açıklamam gerekiyordu. “Kaptan bizi Şiraz’a gelmeden Persepolis yolunda tükürsene” diyemediğim için, Farsça olarak, “biz Persepolis’e gidiyoruz” dedim. Normal bir şoför Persepolis kelimesini bile duysa “hee bu adamlar Persepolis‘e gidecek onları orada bırakayım bari” diye düşünür. Ama bu normal bir şoför olmadığı için “he he tamam anladım” der gibi işaretler yapıp bizi taa Şiraz’a kadar götürdü. Biz, sinirden çılgına döndük. Sonradan öğrendik ki zaten o saatte Persepolis kentine ziyeretçi almıyorlarmış. Şoför farkında olmadan bize kıyak yapmıştı aslında.
İnternet konusunda sıkıntı yaşadığımız için Couchsurfing’ten birilerini bulamamıştık. Mecbur otelde kalacaktık. Kişi başı 20 liraya gayet düzgün, merkezi ve temiz bir otel bulduk. İran’da konaklama işini de bu şekilde çözmüştük. Taksicilere sorun İran’da konaklama işini Yardımcı oluyorlar. Hatta otelin alafranga tuvaleti bile vardı. Bakın arkadaşlar bu konu mühim. 1 hafta boyunca alaturka tuvalete girmeyen bunun nasıl bir nimet olduğunu anlayamaz. İran’da beni en çok rahatsız eden şey alaturka tuvaletler ve bu tuvaletlerin temiz olmayışıydı. Neyse bu konuyu daha fazla derinleştirmeyeyim.
Shah-e Cheragh Shrin
Otelden sevinç çığlıkları ile ayrılırken Şiraz’ın belli başlı “Landmark”larını gezelim bari dedik. Ben gözüme bir abiyi kestirdim ve “Shah-e Cheragh Shrin“e nasıl gidileceğini sordum. Adam bize orasının biraz uzak olduğunu ama 5 dakika beklersek bizi arabayla bırakabileceğini söyledi. Bu nazik davranışı için teşekkür ettik ve ofisinde beklemeye başladık. Bize yaptığı işten bahsetti. Ben de kendisine babamın da aynı işi yaptığını söyledim. Bu, bir sevinmeye başladı. Heralde Türkiye’de iş yapabileceği birini arıyordu. Fırsat ayağına gelmişti. Hemen telefon numaramı ve mail adresimi aldı. “Türkiye’ye dönünce sana yazarım babanla konuşursun” dedi. Hala her gün mail atıp duruyor. Ne yapacağım bilmiyorum. Bu Eyüp’ün bedduası tuttu kesin.
Neyse Rahman da bunu her gün arayıp duruyor da bana da eğlence çıkıyor. Adam bizi gideceğimiz yere bıraktıktan sonra biraz şehri turladık. Ardından Hafız’ın ve Sadi’nin mezarlarını ziyaret edelim diye karar aldık. Atladık taksiye hocam bizi Hafız’ın kabrine götür dedik(Yahya Kemal’den Rindlerin Ölümü şiirini okumanızı istiyorum burada). Adam aldı götürdü. Hafız’ın kabrinin önünde hiç görmediğimiz kadar bir sıra vardı. Normalde İran vatandaşlarına böyle yerlere giriş 3 lira turistlere 20 lira. Önceki gitiğimiz yerlerde yanımızda hep İranlı biri vardı ve bizim için 3 liraya biletler almıştı ama burada işimiz zordu. Ben Farsça konuşayım belki görevli yer dedim. Yemezse de girmeyiz napalım dedik. Girdim sıraya ama herkesten kimlik istiyor. Bu iş böyle olmayacak dedim ve sıradan çıktım. “Beyler boşverin girmeyelim, 20 liraya değmez, yarın daha Persepolis‘e falan gideceğiz” dedim. Haklısın dediler. Sonra bir baktım bu Eyüp götüm götüm kapının oraya gelmiş fotoğraf çekiyorum ayağına sinsi sinsi içeri giriyor. Ben gördüm tabi bunu yapıştım arkasına. Aynı numarayı ben de yaptım. Baktık güvenliğin işi başından aşkın bize bakmıyor bile. Garibim Tunç dışarda kaldı, biz Hafız’ın kabrine doğru yürümeye başladık. İran’da böyle bir anarşistlik yapmak biraz germişti açıkçası bizi. Hele İsfahan’daki dostumuz Emad hırsızlığın cezasının 60 kırbaçtan başladığını söylemişti. Ben ki İran yasalarına son derece saygılı biri olarak bütün yolculuk boyunca Facebook’a bile girmemiştim. Böyle bir şey yapmak vicdanen rahatsız etti beni(şaka lan şaka yemişim İran’ını). Zaten içeri girince de görmeye değer hiçbir şey olmadığını gördük. Boşuna para vermediğimiz için sevindik.
Persepolis
Ertesi gün oldu. Sabah erkenden Persepolis yolunu tuttuk. Persepolis, Şiraz’a yaklaşık 70 km. uzaklıkta. Taksiye atladık ve yola düştük. Yolda giderken dikkatimi develer çekti. Bütün yol sağlı sollu develerle kaplıydı ve develeri çok güzel süslemişlerdi. İçimden keşke bir tur şu deveye binsem dedim. Buna da tarihte Cemel Vakası adı verilir unutmayın(siyasi espriyi kes jsjdksjka). Persepolis’e vardığımızda sağ olsun şoförümüz bizim için sıraya girdi ve 3 liraya aldı biletlerimizi. Teşekkür ettik ve vedalaştık. Persepolis beni en çok etkileyen yerdi İran’da. Bir bakıyorsun Yunan mimarisi gibi ama bir bakıyorsun yok değil diyorsun. Gerçekten eşi benzeri olmayan bir yer bana göre. Etkilenmemek elde değil. 31 derece sıcağa rağmen yaklaşık 2 saat gezdik Persepolis‘i. Daha fazla bile gezilebilir. 2 saatin sonunda otele döndük ve eşyalarımız aldık. Artık dönüş vaktiydi. Şiraz’dan Tebriz’e otobüs bulduk ama bir sorun vardı. Otobüs 18 saat sürüyordu. Yapacak bir şey yok dedik ve atladık. 18 saatin sonunda kıçımı hissetmiyordum ama kıçımın çilesi daha bitmemişti. Tebriz’de iner inmez atladık taksiye T.C. sınırına gittik. Yaklaşık 6 saat sürdü ve ben toplamda 24 saat süren bu yolculukta hiç uyuyamamıştım. Sınırı geçer geçmez İstanbul biletini aldık ve atladık yine otobüse. Sıfır uykuyla yolculuğumuz çekilmez bir hal almaya başlamıştı. Hayatımın en kötü günlerinden biriydi. Yolculuk 26 saat sürdü. Yani anlayacağınız aralıksız bir şekilde 50 saat otobüs yolculuğu yapmıştık. 3000 km. yolu otobüs koltuğunda gelmiştik. Allahtan Sakarya’da mola verdiğimiz benzinlikte Eyüp’ü unutuk da keyfim biraz olsun yerine geldi. Eyüp’ü görmeniz lazımdı Forrest Gump gibi koştu otobüsün arkasından. Aklıma geldikçe gülüyorum.
İşte arkadaşlar İran maceram böyleydi. Daha anlatmadığım bir sürü şey var ama bu kadarı kafi. Daha da darlamayayım sizi. Bu arada Eyüp de Tunç da Anıl da çok iyi çocuklardır. Biz birbirimize hakaret etmeyi severiz. Onlar olmasa gram zevkli geçmezdi yolculuğum.
Bir dahaki yolculukta görüşmek üzere. Önceki yazılarımı okumadıysanız onları da buraya ve buraya tıklayarak okuyabilirsiniz.