Önceki yazıda Bahçelievler’de sakin bir yaşam sürerken neden Kars’a gittiğimi yazmıştım. Bu yazıda ise Kars’tan Nahçıvan’a gitmeye nasıl ikna edildiğimi yazacağım.
Serhad ilimiz Kars’ta yapmış olduğumuz gezintilerden sonra Anıl ve Eyüp’e “beyler benim kumarım burada biter, ben buradan İstanbul’a dönüyorum” dedim. Bunun üzerine Eyüp, “Aykutçum Nahçıvan akardı be” dedi. “Yok kardeşim ben hiç alamayayım” diyip Eyüp’ü savuşturdum. Bunun üzerine, hem Anıl hem de Eyüp sağlı sollu bana saldırmaya, beni ikna etmeye çalıştılar. Ama gelin görün ki inadım inattı. Nuh diyordum peygamber demiyordum. Beni de bilen bilir, inat ettim mi caymam. Bunu kısa sürede anlayan Eyüp geri adım attı ve “ne yaparsan yap” dedi. Anıl da tam pes etmek üzereydi ki beni 6 senedir tanımanın vermiş olduğu bilgi birikimi ile birden yumuşak karnıma dokundu. Bana, “Aykutçum biz bu geziye nereden başladık?” dedi. “İstanbul’dan” dedim. “Sonra nereye gittik?” dedi. “Kars’a” dedim. “Bana Kars’ta bulunan dağların adını söyler misin Aykutçum” dedi. Konunun nereye gittiğini, Anıl’ın beni köşeye sıkıştırdığını ve artık dönüşü olmadığını anlayarak “Sarıkamış Dağları Anılcım” dedim. “Sarıkamış Dağları sana neyi hatırlatıyor?” diye sordu ardından. Yüzüm acılı bir hale bürünmüş şekilde “Enver Paşa’yı hatırlatıyor Anılcım” dedim. “Peki Enver Paşa Sarıkamış’ı aşsaydı nereye gidecekti? Hangi ülkü için gidecekti?” dedi. “Nahçivan’a Turan coğrafyasını birleştirmeye gidecekti” dedim. “Eee Aykutçum Enver Paşa’nın başladığı işi sen neden tamamlamıyorsun? Turan coğrafyasının güzide toprağı Nahçivan’a neden gelmiyorsun? Nerede senin lisedeki ülkücülüğün Aykut! Titre ve kendine dön” dedi. Bu cümleleri duyduktan sonra yere eğilmiş başımı birden kaldırdım, bulunduğumuz mekanda hızlı şekilde ayağa kalktım “ALLAH, TÜRKLÜK, NAHÇİVAN ULANNNN!!!! diye bağırdım ve koşarak Azerbaycan Konsolosluğu’na gittim.
Anıl benim hassas noktamı bulmuştu. Buna direnmem mümkün değildi. Benim Enver Paşa’ya olan hayranlığım Enver Paşa’nın Alman hayranlığından bile fazladır. Anıl bunu çözmüştü. Bu dakikadan sonra artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Turan Coğrafyasını fethetmeye Nahçıvan’dan başlayacaktım…
Ertesi gün oldu. Azerbaycan Konsolosluğu’ndan Nahçıvan için vizeyi almıştım. Turan coğrafyasınınn güzide toprağı Nahçıvan’a Iğdır üzerinden geçecektik. 20 liraya, 80 yıllık bir otobüsle Iğdır’a doğru yol almaya başladık. Iğdır girişinde ciddi bir polis kontrolünden geçtik. Turan coğrafyasına giderken Kürdistan topraklarından olan Iğdır’a, giriş çıkış sıkı tutuluyordu anlaşılan. Küçük çaplı bir korku yaşadım açıkçası. İlk defa bu kadar ciddi bir kontrol gördüm. Uzun namlulu silahlarla duran polisler bir an gerdi beni. Ama Enver Paşa’nın ruhunu içinde taşıyan bir adam için bunlar mühim şeyler değildi.
Bizi Iğdır’da, Eyüp’ün babasının arkadaşı olan Abdullah Sebze isimli abi karşılayacaktı. Abdullah Sebze abinin fotoğrafını gören Anıl ile ben onun çok babacan bir tip olduğunu ve bizi orada yaşatacağını düşündük hemen. Hatta Kars gezimiz sırasında Iğdır’da muhteşem bir pavyon kültürü olduğunu, Azerbaycan ve İran’dan gelen hanımefendilerin vücutlarını bir meta olarak bu pavyonlarda sergilediğini öğrendik. Bu, Anıl ile beni “ulan bu Abdullah abi bizi pavyona da götürür aa” şeklindeki düşüncelere gark etti. Heyecanlanmıştık. Pavyona gitmeme ihtimalimiz yoktu. Soyadı sebze olan bir adam sizi ya pavyona ya da sebze haline götürür çünkü.
Abdullah abi bizi aldı. Ama beklediğimizden çok daha soğuk bir kişiliğe sahipti. Eyüp’ü en son bebekken görmüştü. Onunla bile konuşmuyordu. Anıl’la birbirimize pavyon işi yalan oldu galiba bakışı attık. Hatta yolda giderken Abdullah abinin telefonu çaldı. Ekrana gözüm kaydığında “İKİNCİ HANIM” yazısını gördüm. Anıl’a durumu açıkladım ve Anıl’a “olur da bu adam bizi pavyona götürmeye çalışırsa gitmeyelim. Bu orada 3. 4. karıyı da alır aa” dedim. O da başıyla beni onaylayan bir hareket yaptı. Abdullah abi bizi çok şaşkına uğratmıştı. Ulan bari, iki hatta 3 karın var isimleri ile kaydet telefona, kadınlara numara vermiş herif diye içimizden geçirdik ve onu ayıpladık.
Abdullah abi bize yemek ısmarladıktan sonra “bu gece sizi iki öğretmen arkadaşımızın evine götüreceğim onlarda kalacaksınız” dedi. Biz, “tabi abi sende hanım çok, ev müsait değildir” dedik içimizden. Dışımızdan ise “tabi tabi olur abi sağ olasın” dedik. Küçük bir Iğdır turundan sonra (gerçekten küçük bir tur, 5 dk falan) öğretmen arkadaşların evinin bulunduğu kapıya geldik. Kapıyı çaldık ve kapıyı ayaklarında çorap olmayan, eşofman üstüne gömlek giymiş, kel kafalı, hilal bıyıklı bir adam açtı. Görür görmez şaşkına döndüm. Aman Allah’ım bu gerçek mi yoksa zihnim bana sinsi bir oyun mu oynuyor? Böyle bir şey nasıl olur diye düşündüm hemen. 2-3 saniyeliğine lise yıllarıma, Menemen ülkü ocağındaki günlerime gittim. Orada da ayağı çıplak, eşofman üstüne gömlek giymiş, hilal bıyıklı bir sürü kişi vardı. Neler oluyordu? Buna bir anlam vermem mümkün değildi. Geçmişime yaptığım bu yolculuk beni çok mutlu etmişti. Hatta mutluluktan havalara uçmak üzereydim. Kendimi toparlamaya çalışıyor ama bir türlü beceremiyordum. 3-4 saniye sonra toparlanır gibi oldum ve istemsiz bir şekilde, yüzük ve orta parmağımı baş parmağımla birleştirip kalan iki parmağımı havaya dikerek sağ elimle bozkurt işareti yaptım ve “AAAAAAUUUUUUUUUUUVVVVVV” diye ulumaya başladım. Bunu gören hilal bıyıklı abi de bana eşlik edip 2-3 kere seri bir şekilde “AAUUVV, AUUUVV, AUVVVVVVVVVVV” diye uludu. Ardından eşzamanlı şekilde “Iğdır Ovası bozkurtların yuvası” diye bağırarak apartmanı inlettik. Bu kısa tanışma merasiminden sonra bizi içeri buyur etti. İçeride biraz Ergenekon Destanı üzerine istişarede bulunduk. Biraz da Tanrı Dağı’nın jeolojik evrimi ve Palaeozoik devirdeki kıvrım oluşumları üzerine konuştuk. Gerçekten harika bir gün geçiriyordum. Sonra bize, çok yorgun olduğunu, yatacağını söyledi. Ardından bana keskin bir bakış atıp “ülkücüler arkanda git ve Nahçıvan’ı fethet evlat dedi. Hiç cevap vermeden sağ elimle bozkurt işareti yaptım ve onun kel kafasına doğru delici bir bakış attım…
Ertesi gün oldu. Ozan Arif türküleri ile sabaha uyandık. Kahvaltı yapıp otogara geçtik. Asıl işi Nahçivan’dan petrol kaçırmak olan ama yolcu işini paravan olarak kullanan Öz Iğdırlı Turizm ile seyahate başlayacaktık. Abdullah Sebze abinin otogardaki tanıdığı sayesinde otobüse hiç para vermeyecektik. Ancak otobüsü yaklaşık 3 saat beklememiz gerekiyordu. Biz de hemen dibimizdeki Ağrı Dağı’na bakıp vakit geçirdik. Ağrı Dağı o kadar heybetli duruyordu ki bakarken insanın dizleri titriyordu. Allah tecelli etse dağ bana mısın demez tek bir taş yerinden oynamazdı. O derece heybetliydi Ağrı Dağı.
Sonra kısa bir süre Eyüp ve Anıl ile topraklarının %65’i Iğdır’da bulunmasına rağmen neden bu dağa Iğdır Dağı değil de Ağrı Dağı dendiği üzerine kısa tartışmalarda bulunduk. Bir sonuca varamadık. Tartışmamız henüz bitmişken otobüsümüz geldi ve Turan coğrafyasına doğru yol almaya başladık. Tam o sırada olağanüstü bir şey oldu. Ağrı Dağı’nın zirvesinde bir bozkurt; Bozkurtun arkasında ise Kürşad ve 40 adet pusat kuşanmış asker belirdi. Kurt derin derin ulumaya başladı. Kılıç sesleri, at kişnemeleri, ok vızıltıları kulaklarımıza çalındı. Çevredeki çakallar ve itler bir anda kaçışmaya, pusmaya başladı. Herkes ne oluyor diye birden dağa baktı. Dağa bakanın gözünden mutluluk gözyaşları süzülmeye, yüzünde tebessüm belirmeye başladı. Ağrı Dağı’nın zirvesine dönük olan başımı yavaşça yere indirdim. Kafamı ileriye doğru çevirdiğimde gözümün önünde Tanrı Dağı belirdi. Dağın eteğinde Oğuz Kağan ile Bilge Kağan kılıç tokuşturuyor; İstemi Yagbu ise diz vuruyordu yere. VE EVET O KURTUN ADI BÖRTEÇİNE İDİ.
Epik bir hikaye havasında geçmesini istediğim bu hikayeyi umarım beğenmişsinizdir.ASDFGHJKLASDFJKJ. Diğer yazıda Nahçıvan’a yalnızca turistik olarak giden 3 maldan(yani bizden), Nahçıvan’ın sanılanın aksine güzel bir ülke olduğundan, Şehriyar isimli barmenden ve birkaç konudan daha bahsedeceğim. Şimdilik hoşçakalın.