Geçenlerde anlattığım “hayatımın en kötü günü” başlıklı yazımdan sonra biraz düşündüm ve aslında hayatımın en kötü gününün o olmadığına karar verdim. Bana göre o günden kat kat daha kötü bir gün vardı. Hatta bu olayı aptal yerine konmayayım diye sadece çok yakın gördüğüm birkaç kişiye anlattım. Artık herkes tarafından aptal yerine konabileceğimi düşündüğümden yazmaya karar verdim. Bu yazı onun hikayesidir.
2013 yılının Kasım ayı olması lazım. Ben Manchester’dayım. Manchester’a gelen bir erkek ne yapar tabi ki ya Manchester United ya da Manchester City maçına gider. Ben çocukluğumdan beri favori takımlarımdan olan United’ı seçtim. Birkaç defa da maçına gittim. Çocukluk efsanelerimden Ryan Giggs’i canlı canlı izledim, atılan gole heyyyy diye sevindim kaçan gole huuuuuu dedim, sonra “sir” gibi futbolcuyu alkışladım.
Bir süre sonra artık bu kesmemeye başladı. Ölmeden önce yapmam gerekenler listesinde futbolla ilgili olan tek bir şey kalmıştı: Liverpool’da, Anfield Road’ta “You will never walk alone” söylemek. Hemen internetten maç günlerine baktım, kendi ders takvimimi, ödevlerimi kontrol ettim. Her şey o hafta sonu oynanacak West Bromwich Albion maçına uygundu. Manchester ile Liverpool arası da 50 dakika olduğu için gitmek çok kolaydı. Hele ki İstanbul’da Beylikdüzü’nde oturduğumu düşünürsek yürüme mesafesi bile sayılırdı benim için. Dedim hemen yarın otobüs biletimi alayım da gideyim. Gitmeye karar verdiğim gece dışarı yemek yemeye çıktım. Birden karşımda İngiltere’deki en yakın arkadaşım olan İspanyol kankam Jorge’yi gördüm. Oooo dedim Jorge kardeşim napıyorsun buralarda. Dedi ki kanka karı kız avına çıktım şimdi şu “pub”a gidiyordum(Jorge’nin neden en yakın arkadaşım olduğunu anlamışsınızdır artık). Dedim kolay gelsin. Eyvallah dedi ayrıldık.
Yemeğimi yedikten sonra kafamda şimşekler çaktı. Koyu bir Valencia taraftarı olan bu güzel kardeşimi neden çağırmıyorum ben maça dedim. Hemen mesaj attım. Tabi Jorge karılarla kızlarla, bizi kim takar. Cevap yazmadı. Sabah baktım arıyor. Kardo(evet kardo dedi, Valenciaca dedi) beni aramışsın duymadım dedi. Dedim duymazsın tabi. Neyse hemen konuyu açtım konuyu açar açmaz herif telefonda “You will never walk alone” söylemeye başladı. O an onu çağırmakla ne kadar iyi yaptığımı anladım. Gittik otobüs biletlerini aldık. Ertesi gün de maç var. Bana orada bileti nasıl bulacağız, alabilir miyiz ki dedi. Şöyle yan bir bakış attım hafif ezikledim. Ulan sen bir Karşıyakalıyla konuştuğunun farkında mısın dedim. Maça girmek bizde ata sporudur dedim ezdim bunu iyice. Sen Valencia’nın plaj kesimindensin tabi dedim. O işi bana bırak diye ekledim.
Ertesi sabah buluştuk bu karşıdan yine şarkı söyleyerek geliyor. Bir de nerden bulduysa Liverpool atkısı bulmuş bana onu gösteriyor. Adam baya baya heyecanlanmış.
Sonra bindik otobüse yolda bana yok efendim bu benim çocukluk hayalimdi yok efendim iyi ki gidiyoruz falan diyor. Ulan madem çocukluk hayalin benim çağırmamı ne bekliyon 2 adımlık yol gitseydin önceden dedim. Haklısın Aykutçuğum dedi. Tam 50 dakika sonra indik otobüsten. Sonra şehiriçi otobüslerine bindik stada gideceğiz. Bindik gittik. Daha kapıdan iner inmez karaborsacı abi bizi yabancı gördü bilet satmaya çalışıyor. Dedim kaç para? Kişi başı 100 puand fiyat çekti. Dedim canimizi mi aliyorsun abi. Fuck muck dedi gitti. Gel dedim Jorge’ye şurada gişe var kesin bilet vardır çünkü baya da erken geldik. Gitik sorduk kadına dedi bilet kalmadı. O an bir Türk’ün sorabileceği en mantıklı soruyu sordum ve “hiç mi kalmadı ya” dedim. Kadın mal gibi yüzüme baktı, sonra ayrıldım ordan. Baktım bizim İspanyol tedirgin olmaya başladı. Dedim sen rahat ol oğlum, karaborsa ben 30 pounda bulacağım şimdi sıkma canını. Karaborsacı aramaya başladık. Bikaç taneyi pas geçtik sonra “ticket ticket ticket” diye bağıran bir temiz yüzlü elemanı gördük. Dedim kaç para hacı bunlar. Kişi başı 80 pound dedi. Jorge’ye dedim ki “Jorge bunun kaçarı yok bunları alacağız yani”. Bana benim o kadar param yok kanka nasıl vereyim dedi. Dedim dur ben şunla bir pazarlık yapayım. Sonra pazarlık yapmanın birinci kuralı kabul edilen “hocam senin memleket nere ya” dedim. Liverpool, Fairfield dedi. Hmmm bu mevsimde güzel olur oralar dedim. Bir şey demedi. İlk kuralın işe yaramadığını görünce hemen ikinci kuralı devreye soktum. Bu kuralın işe yaramamasına imkan yoktu. Hocam askerliği nerede yaptın ya dedim. Birmingham dedi. Benim de amcaoğlu var o da Manisa Kırkağaç’ta dedim. Var ya hergün dövüyorlarmış dedim. Askerlik bence çok saçma ya mantık aramayacaksın diye de ekledim. Yine mal gibi yüzüme baktım. Jorge ne diyosun sen amk çocuğu diyerek beni dürtükledi. Ya bir dur bir bildiğimiz var dedim. Sonra aklıma asıl vurucu kaynaşma yöntemi geldi. Ulan bu Liverpool 2005’te İstanbul’da şampiyon olmadı mı oradan vurayım bir dedim. Ya dedim ben Türküm falan, İstanbul, 2005, AC Milan dedim. Baktım bu You will never walk alone söylemeye başladı. Adam tamam ulan size 70 pounda olur dedi. Bir İngiliz için gerçekten iyi fiyat düştü. Ama Karşıyaka maçlarına 5 Türk lirasına giren ben için bütçem ağır bir darbe yedi ama olsun. Neyse dedim ver bakalım 2 tane. Birden bu dalyarak Jorge beni çekşitirdi. Oğlum benim o kadar da param yok en fazla 30 pound veririm dedi. Ben içimden ne yapacağız şimdi ya dedim. Adamı bırakıp tek girsem olmaz. Dedim tamam ulan tamam ben veriyorum parasını ver bakalım 2 bilet dedim. Saydım eline 140 pound aldım biletleri. O zamanki sterlin kuru da 3.75 falan ulan parasız kaldık dedim.
Jorge iyice sevindi tabi(mezarcı ibne). Gel dedi sana şurada 2 bira ısmarlıyayım Aykut kardeş dedi. Dedim zahmet olcak bütçeni sarsmasın Jorge’ciğim dedim. Anlamadı mal ironi yaptığımı olur mu ya falan demeye başladı. Girdik “pub”a bira içmeye başladık. Ama ortam nasıl güzel, şu ortamın benzerini ama çok daha güzelini yaşadım yani.
Neyse biz çaktık 3er tane bira maç saati de yaklaştı yavaştan girelim dedik. Hafif stadın çevresinde de gezdik turnikelere geldik. Biraz sıra bekledik ve ikimizde ayrı ayrı turnikelere girdik. Ben bileti okutmak için cihaza soktum. Bir baktım kırmızı ışık yanıyor. Bir daha soktum yine aynısı oldu. Çıktım turnikeden sonra bir baktım Jorge de çıkıyor. Jorge yanlış anlamazsan sana bir şey söylemek istiyorum, oğlum sictik dedim. Bunu dememle yanımızda bir güvenlik görevlisi belirdi. Hemen bizim biletlerin fake olup olmadığına baktı. Biletler gerçek. Biz ohh dedik heralde turnikede sorun var ya da başka bir şey. Bizi az önce gittiğimiz gişelere yönlendirdi güvenlik görevlisi. Yine aynı kadınla konuşmaya başladık. Kadın bize bir sürü soru sormaya başladı. Ben sıkıldım biraz açıkta bekledim. Yanıma birden zebbellah gibi bir atlı polis geldi. Allah görmüş gibi korktum. Dedim abi neden öyle aniden geliyosun. Sonra yetmezmiş gibi bir de attan indi at da huysuzlanmaya başladı. Abi ne gerek var şimdi iniyorsun sen ya ne gerek var yani dedim.
Bu bana sorular sormaya başladı. Ben de karaborsa aldık diyemedim tabi ki. Türkiye’de olsak hiçbir polis siklemez ama burada adamı mahvederler. Karaborsa almak da ciddi bir suç diye düşündüm başladım sallamaya. Dedi nereden aldınız kaça aldın falan ama beni nasıl sıkıştırıyor. Prens Charles seviyesindeki İngilizcem korkudan temel İngilizce’nin altına düştü. Bileti kaça aldınız diyor ben de biletin üzerinde yazan fiyat olan 48 poundu gösteriyorum ama yanlışlıkla 48’e 84 diyorum falan. Düşünün korku durumumu.
Sonra Jorge geldi yanıma dedi biletler fake değilmiş ama bloke olmuş yani maça giremeyeceğiz dedi. Onu anladık dalyarak buradan kurtulmamız lazım dedim. Baktım bu da polisle konuşmaya başladı. Polis iyice şüphelendi bizden zaten yalan attığımız çok belli, sallıyoruz sürekli. Sonra polis dedi pasaportlarınız yanınızda mı. Mal gibi yanımızda dedik(Yok de işte amk). Adam bizim pasaport bilgilerimiz aldı, şimdi Manchester’a geri dönün biz size geri dönüş yapacağız dedi. Biz sevinsek mi üzülsek mi bilemedik. Evlere şafak baskını yapmasınlar Jorge dedim. O da bana burası Esenler Karabayır mı dedi. Dedim doğru söylüyorsun.
Sonra biraz gezip Manchester’a doğru yol aldık. Boşa giden parama mı yanayım, bütün günümün öldüğüne mi yanayım, bu aptallığıma mı yanayım, yoksa hayallerimin gerçekleşmediğine mi yanayım bilemedim. İşte bu da hayatımın en kötü günüydü. O günden beri bütün Liverpoollulara düşmanım. John Lennon’ından Paul Mccartney’ine kadar alayı şerefsiz gözümde. Vurduğun gol olsun Beşiktaş.