Her ne kadar büyük bir önyargı olsa da Doğu Anadolu bölgesinde onlarca gezilecek yer var. Doğu Anadolu gezi rehberi ile biraz olsun anlatmaya çalıştım. Umarım yardımcı olur. Daha önce okumadıysanız İç Anadolu Rehberi yazımı da buraya tıklayarak okuyabilirsiniz. Doğu Anadolu Gezilecek Yerler yazıma başlayayım o halde:
Doğu Anadolu Gezilecek Yerler
Tunceli
Türkiye’de gördüğüm en güzel şehir. Olağanüstü bir doğa, olağanüstü insanlar. Benim bile şort giyerken çekindiğim çeşitli Anadolu şehirlerinin aksine; etek, şort giyip, zerre rahatsız edilmeyen kızlar görmeniz mümkün. Turizm potansiyeli muazzam. Ortasından geçen Munzur Suyu şahane manzaralarla sürpriz yapabiliyor.
Tunceli sanırım Türkiye’de gördüğüm en güzel il. Sivillere yönelik güvenlik problemi de yok. Seneye yine buradayım.
— Aykut (@aykutademdinc) 22 Eylül 2017
Halkın tamamına yakını Alevi. Şehir mekezinde tek bir camii var. Köylerde yok. Bazı ilçelerde devlet zoruyla tek tük yaptırılmış. Ama cemaati yok denecek kadar az. Buna karşılık kişi başına düşen tekel bayi sayısına göre Türkiye’de liderler sanırım. Kesinlikle Türkiye’den farklı bir yer. Türkiye’den sıkıldıkça gitmelik.
Bilindiği üzere eski adı Dersim. Dört yanı aşılmaz dağlarla çevrili (Güzel bir türküsü de vardır). Biraz da bu yüzden tarih boyunca kimseye boyun eğmemiş, kimsenin kontrolüne tamamen girmemişler(İnsanlarının yüzünde bile bu gururu görebiliyorsunuz). Aşiret konfederasyonu şeklinde yüzyıllar boyunca yönetilmişler. Yavuz gelmiş vurmuş, Sünni Kürtler gelmiş vurmuş, boyun eğmemişler. 1938’de, Seyyid Rıza önderliğinde 7 aşiret ayaklanmış. Devlet duruma son vermek istemiş. Dersim Harekatını başlatmış. 40 binin üstünde insan öldürülmüş. Kalanlar zorunlu göçe maruz bırakılmış. 1970’e kadar şehre giriş çıkış yasaklanmış. Yetmemiş, 90’larda köyler yakılmış, diğer kalanlar da zorla göç ettirilmiş. Bu sebeplerden Türkiye’nin nüfus bakımından en küçük şehri.
Ovacık (Türkiye’nin tek komünist belediyesi)
Tunceli-Ovacık yolu Türkiye’de görülebilecekler arasında en güzeli. Arası 80 km. Eskiden PKK çevirme yapıyormuş, şimdi pek bir şey yok. Yol, boylu boyunca Munzur Vadisi. PKK kamplarının sık olduğu yerlerden (Güvenlik sorunu ile karşılaşmadım). Ovacık nüfusunun tamamı Alevi. Anadolu’nun göbeğinde devlet söyleminden ve milli-islami yargılardan bu denli uzak insanlarla karşılaşmak insanı ferahlatıyor. Asıl dehşet verici yer, Ovacık’ın 15 km. ilerisinde bulunan gözeler. Haziran ayında Munzur Vadisinden akan suyun dağlardaki kayalardan fışkırdığı söyleniyor. Eylül’de de bir hayli güzel. Sessiz sakin. Halk olabildiğince içten. 2 günlük kalışım boyunca tek kuruş harcatmadılar, sofralarına, evlerine davet ettiler. Şansıma Muharrem ayının 1. gününde varmışım Ovacık’a. Aleviler için 12 gün sürecek matemin ilk günü. Munzur Vadisi de kutsal kabul ediliyor. Çeşitli ritüellerine şahitlik yapma şansı buldum.
Bir de Munzur suyu üzerine baraj yapılması gündemdeymiş. Yıllardır aynı terane sürüyormuş ama halk direnip izin vermiyormuş. Hayırlısı diyelim.
Van (Doğu’daki her büyük şehir gibi burası da Doğu’nun Paris’i)
Ekonomik olarak canlı bir şehir. Eskiden ana sektör kaçakçılık imiş. Şimdi hem turizm hem kaçakçılık. Sınırı geçen İranlılar açılıp saçılıyor, akşam rakıya düşüyor. Oteller her daim İranlı turistlerle dolu.
19. Yüzyıla kadar şehrin nüfusu yarı yarıya Türk ve Ermeni imiş. Şimdi Ermeniler elle sayılacak kadar. Eski Van denilen yer, yeni kentten 5 km. uzakta. Müthiş bir yıkım alanı. Taş üstünde taş kalmamış. En dikkat çekici yapı ise Van Kalesi. Urartular yaptırmış. Akşamüzeri şahane gözüküyor.
Kahvaltıları müthiş. Onlarca çeşit otlu, otsuz peynirlerini denememek olmaz. Van Gölü’nden çıkan meşhur inci kefali de oldukça lezzetliymiş. Yiyemedim. Ekim ayında avlanma başlıyormuş. Ekim öncesi satış yok. Merkezde Van kedilerinin barındırıldığı bir ev var. Kesinlikle görmeye değer. Gümüş meraklıları için aynı yerde meşhur Van gümüşü satışı da var.
Van’daki en önemli yapı Van Gölü üzerinde bulunan Ahtamar Adası’nda. Van’da gezilecek yerler arasında ilk sırada gelen belki de. Yaygın kabüle göre ortaçağ Ermeni mimarisinin en güzel eseri bu adada. Kıyıdan 4 km. açıkta, bir ada üzerinde, badem ağaçları ile çevrili ve tek başına. Adı Surp Haç Kilisesi. Dışını kaplayan figürlerin Ermeni sanatında eşi benzeri olmadığı söyleniyor. İncil’den bölümler tasvir edilmiş. Anlayabildiklerim Adem ile Havva’nın yasak meyveyi yiyişi ve Davut ile Goliat’ın savaşı. Fantastik hayvan figürleri de muazzam.
2000’li yıllarda kiliseyi restorasyona almışlar. Sanırım yapılan tek güzel restorasyon. Ermeniler için en önemli kiliselerden. Çevrede birkaç ada ve üzerlerinde kiliseler de var. Gitmedim. Meraklısı için cezbedici olabilir.
Hakkari
Bahar ayında görenler Türkiye’nin İsviçresi olduğunu söylüyorlar. Ben gittiğimde dağlar çıplaktı ama heybetlerinden bir şey kaybetmemişler. Dizleri titretecek güzellikteler. Türkiye’nin en büyük ikinci dağ kütlesi olan Cilo burada. Turistik bir yer olabilirmiş, maalesef malum sebeplerden olamamış.
En büyük ilçesi Yüksekova. Esas adı Gever Ovası imiş. Sonradan Yüksekova yapmışlar. Türkiye’nin en riskli bölgelerinden. Çevresi 3500 metrenin üstünde dağlarla çevrili. Halkın temel geçim kaynağı kaçakçılık. Bu sayede kişi başına düşen gelir ve pasaportta Türkiye birincisi olmaları muhtemel. Polislerin bile cebinde kaçak sigara var.
Yerel halkın tamamı Kürt. Hepsi Özal zamanında, Saddam’dan kaçıp Türkiye’ye sığınan Kuzey Iraklılar. Kendi aralarında Türkçe konuşana rastlamadım. Sivillere karşı olağanüstü konukseverler. Çay içirmeden, yemek yedirmeden misafiri göndermeyi ayıp sayıyorlarmış. Kaçak çayın tadına bir bakılmalı.
Polis ve asker denetimi çok yoğun. Bazen bunaltıcı olabiliyor ama güven veriyor. Asker de polis de aşırı güleryüzlü ve yardımsever. Ellerinden gelen her türlü yardımı yapmak istiyorlar. Şehir merkezinde herhangi bir güvenlik sorunu olmadığını söylediler. Zaman zaman geceleri dağlarda çatışmalar oluyormuş. “Sivile bir şey olmuyor merak etme” diyecek kadar da yüce gönüllüler. Yine de eskiye kıyasla çok daha rahatız diyorlar. Türkiyenin en doğu ilçesi Şemdinli’ye gitmek istediğimi söyleyince, havanın kararmaya yakın olduğunu, riskli olabileceğini söylediler. Belki gitmek konusunda biraz ısrar etsem yardıma da hazırlardı ama zorlamadım. Gerçekten yaptıkları iş psikolojik olarak çok zor.
İki sene önce, şehir savaşlarından sonra onlarca ev harabeye dönmüş. Devlet tipi yapılaşma hızlı başlamış, şehir toz bulutu içinde bir şantiye. Yine de sırf dağlarını görmek ve insanlarıyla hatta polisle, askerle sohbet etmek için bile gitmeye değer.
Bir de boşaltılan köyler mevzusu var. 90’lı yıllarda, devletin kontrol altına almakta zorlandığı ücra yerlerdeki köyler için boşaltma kararı alınmış. Halk göçe zorlanmış. Bazı kaynaklara göre 3000’in üzerinde köy boşaltılmış. Bir milyondan fazla insan ise göçmüş. Devlet tarafından sistemli bir yardım sağlanamadığı için batıya bir göç dalgası olmuş. Bazı yerel yöneticiler tarafından gecekondulara yerleştirilmişler. Hala Türkiye’nin ciddi sorunlarından biri sanırım. Sistemsiz iş yapmak doğamızda var. Sonuçları düşünülmeden ani ve radikal kararlar alınıyor.
Bitlis
Dar bir boğazın içine kurulmuş çarpıcı bir kent. Yüzyıllar boyunca meşhur Bitlis beyleri tarafından yönetilmiş. Gelen eser yapmış giden eser yapmış. Şehir merkezi onlarca İslam eseri ile donatılmış. Çok da güzel bir kent olabilirmiş ama çöplük içinde kalmış. Genel olarak HDP’li belediyelerde böyle bir sorun var. Seçimleri garanti gördükleri için galiba. En temel hizmeti vermekten bile imtina etmişler.
Asıl efsanevi yer Bitlis’in yaklaşık 60km. kuzeyinde. Anadolu’nun kıyısında köşesinde kalmış onlarca güzellik var ama sanırım en eski doğu kentlerinden en güzeli buradaydı. Daha önce varlığından dahi haberim yoktu. Şans eseri geldim. Ahlat’ta, Türkiye’nin en etkileyici ve en büyük İslam mezarlığı var. Kapısında Selçuklu Mezarlığı yazıyor ama kimisi Selçuklular Ahlat’a eser bırakmadı diyor(Bilemiyorum, araştırmak lazım). Boyları 4-5 metreyi bulan kümbetlerin çoğu da 1277’den sonra hüküm sürmüş Moğol beylerine ait. Mezar taşlarının en güzelleri 17. ve 18. yüzyıldan. Göz alabildiğine yüzlerce mezarlık var. 1928’de bir gecede cahil bırakılmayanlar dedelerinin mezar taşlarını okuyabilirler. Ben laik bir cahil olduğum için okuyamadım. Ama mutlaka gidilmeli.
Ahlat, Van Gölü’nün kıyısında şirin bir ilçe. Ama halkı güneyindeki Tatvan’a kıyasla çok daha muhafazakar. Üst mahalle Kürt, aşağı mahalle Türkmen milliyetçileri. Girift bir siyasi yapısı ve anlaması güç muhafazakarlık anlayışları var.
Kürt İsyanlarına Bakış
“170-180 yıldan beri Kürtlerin isyanı gündemden düşmeyen bir konu. İlk önce 1839 yılında Bedirhan Bey ile Hakkari emiri Nurullah Bey önderliğinde ayaklanmışlar(İlginçtir ki en başta onlar da Nasturi ayaklanmalarını bastırmaya çalışmışlar). İlerleyen yıllarda birkaç isyan daha vuku bulmuş. Cumhuriyet devrinde ise Şeyh Said en büyük isyanı başlatmış. Bingöl’de geçici bir hükümet bile kurmuş. 1938’e kadar birkaç tane daha isyan gündeme gelmiş. En sonunda 1938’de devlet, Dersim Harekatı’nı başlatıp 40.000 kişiyi öldürerek otoritesini tesis etmiş.” Dileyen devleti haklı bulur, dileyen masumlara üzülür. Ama olanlar bunlar. Kimse de inkar etmiyor zaten 40.000 kişinin öldürüldüğünü. Gelelim bu adamların neden isyan ettiğine:
“Neden isyan ettikleri bilinmeyen bir konu değil aslında. Devlet yıllarca Kürdistan adı verilen (Atatürk de Kürdistan der Nutuk’ta) bölgeyi aşiret liderleri vasıtasıyla özerk olarak idare etmiş. Tanzimattan sonra ise devlet, asker-memur iktidarı kurmaya çalışmış o bölgelerde. İlk isyanlar bu sebeple çıkmış. Daha sonra binlerce yıllık vatanlarında yabancı sayılmayı içlerine sindirememişler galiba. Ermeniler gitti, sıra bize geldi kaygısıyla 1920’lerde ve 30’larda da ayaklanmışlar. Son dönemde ise köy adlarının değiştirilmesi bardağı taşıran son damla olmuş sanırım. Gerçekten de bir yerin binlerce yıllık adını değiştirmek bir topluma yapılabilecek en büyük hakaretlerden biri olmalı.” Sadece birkaç saniye İstanbul’un adının Konstantinapolis olarak değiştirildiğini düşünün. Tepkiniz heralde yumuşak olmazdı.
Bu yüzden insan yediği kaba pislemez tezinden daha etkili bir tez ortaya koymak gerekiyor. Ayrıca devlet yol, fabrika yapsa sorun çözülür tezi de yeterli değil. Dünyanın hiçbir yerinde insanlar sırf fakir oldukları için çatapat tüfekleriyle dağa çıkıp devlete isyan etmemişlerdir. “Boş oturacağıma dağa çıkayım da askere polise kurşun sıkayım diyene rastlayan var mı? Buna karşılık onuru çiğnendiği için, haksızlık olarak algıladığı şeylere dayanamadığı için isyan edenler görülmüş.” Kürt isyanlarına sığ bir milliyetçilik perspektifinden bakmaktansa tarihi ve sosyolojik olarak biraz daha derinlemesine bakmanın daha faydalı olacağı kanaatindeyim. PKK’nın yaptıklarını savunacak halim yok. Sadece, aynısı Türklere yapılsa -ki tarihte yapılmıştır- benzer tepki vereceklerini söylemeye çalışıyorum.
Yerel halk da artık bağımsızlık için PKK’nın çözüm olmadığının farkında. Siyasete indirgenmesi gerekiyor bu tarz şeylerin diyorlar. Bu sebeple, artık PKK’ya da mesafeli yaklaşıyorlar gördüğüm kadarıyla. Gelgelelim siyaset yolları da son 1 senedir kapanmış durumda. Sonu hayrolsun.
Ben ne Kürt’üm ne de Alevi. Gezim süresince kimliğim sebebiyle herhangi bir güvenlik sıkıntısıyla karşılaşmadım. Devlet güçleri zaten neredeyse her noktayı boğucu -ama belki de gerekli- bir güvenlik altına almış. Kendimi güvende hissettim her yerde. Yerel halk devlet güçlerine mesafeli. Bu bir gerçek. Fakat batıdan gelen sivil bir konuğa karşı olabildiğince cömert ve yardımseverler. Haklarındaki önyargının kırılması en büyük temennileri. Oralarda görülecek, keyif alınacak onlarca yer, onlarca şey var. Keşke önyargılarımızı kırıp gitmeye niyetlensek. Keşke bu tür olaylar hiç olmasa. Ancak olmuş ve olmaya devam ediyor. Bir süre daha olmaya devam edecek muhtemelen. Hiç tanımadığımız, hatta tanışmayacağımız insanlara nefret kusmak yerine birbirimizi anlamaya çalışsak heralde her şey daha güzel olurdu.