Bahçelievler’den Nahçıvan’a uzanan yolculuğumun ilk iki perdesini daha önce yazdım. Okumadıysanız buraya tıklayarak okuyabilirsiniz. Artık Iğdır’dan Nahçıvan’a gitme vakti gelmişti. Otobüsle sınır kapısı bir saat kadar sürdü. Sınırda yaklaşık bir buçuk saat bekledik. Otobüsle gidince işlemler uzuyor. Herkesin çantası kontrol edildiği için falan. Neyse bunlar işin sıkıcı kısımları. Sanmıyorum ama olur da Nahçıvan’a giderseniz bilin yani neyin kaç saat sürdüğünü. Nahçıvan Notları hakkında yazayım şimdi de.
Anıl, Eyüp ve ben pasaport için sıraya girdik hemen. Sıra bana gelince oradaki Azeri memur pasaportumu incelemeye başladı. İlk sayfadaki İsrail vizesi lamba gibi parladığı için bana kötü kötü bakıp “İsrail’e neden gittin?” dedi. Ben de sorun çıkarmasınlar diye Kudüs’ü görmeye gittim. Benim dedem hacı, son isteği benim Kudüs’e gitmemdi ben de gittim dedim. Pasaportu inceledikten sonra işlemleri yaptı ve bana verdi. Arkamdan ise “müslüman katilleri” dedi. Ulan İsrail’e gittik diye neden müslüman katili oldum şimdi ben anlamadım.
Herkesin işlemi bittikten sonra otobüse bindik ve yaklaşık bir buçuk saat daha yol aldık. Otobüs otogara yanaşmak üzereydi ki birden üzerimize 30-40 adam geliverdi. Karıncanın küp şekere saldırdığı gibi üzerimize saldırıp “TAKSİ LAZIMDIIIRRR?” diye sordular. İşte tam o an Azerilerle hakikaten aynı soydan geldiğimizi anladım. Eyüp yaklaşık 40 kere, Anıl yaklaşık 40 kere ve ben yaklaşık 40 kere taksicileri reddektikten sonra, toplamda 120 “hayır lazım değil” cevabı ile aralarından uzaklaştık. Eyüp otogarı görür görmez büyülenmişti. Tam uyunulcak mekan aa dedi. Anıl ile ben yine zıvanadan çıkmak üzereydik. Eyüp başlatma şimdi otogarından gel şuraya şu otele soralım dedik. Çünkü Nahçıvan’a gelirken nerede kalacağımız üzerine bir plan yapmamıştık. Her şeyin spontane gelişmesini istiyorduk.
Otel zaten hemen otogarın dibindeydi. İçeri girdik. Kaç para diye sorduk, kişi başı 30 manat(60 lira) cevabını aldık. Tam burada Eyüp devreye giriyordu işte. Onun sıkı pazarlıklarına ihtiyacımız vardı. Hemen Eyüp’ü dürtüp pazarlığa başla bakalım işareti verdik. Eyüp klasik öğrenciyiz abi ayağından girip, gezginiz abi daha çok yer gezeceğiz az para harcamamız gerek ayağından çıktı ve fiyatı 25 manata düşürdü. Otel de gayet güzel ve temiz gözüktüğü için kabul ettik. Eyüp yine de şah damarını kontrol etmeyi ihmal etmedi ama.
Odaya çıkıp biraz dinlendikten sonra dışarı çıkıp gezme planı yaptık. Dünyada, Nahçıvan’a turistik olarak gelen yalnızca 3 kişi vardı ve onlar da bizdik. Gezmezsek olmazdı. Dışarı çıktık ve yürümeye başladık. Dışarı adım atar atmaz şok olduk açıkçası. Hiç umutlu olmadığım Nahçıvan inanılmaz güzeldi. Sokakları o kadar temiz ki yere bir şey düşürsem yerden alır yemeye devam ederdim. Mimarisi de bir o kadar harikaydı. İran, Sovyet ve Azeri mimarisinin karışımı gibiydi. Her bina ayrı büyüledi bizi. Hatta bir “Dövlətin Təhlükəsizliyi Nazirliyi” (Milli Güvenlik Bakanlığı gibi bir şey sanırım) binası vardı ki efsaneydi. Birkaç fotoğrafını çektim ama ızbandut gibi bir adam yanıma gelip sil onları dedi ve sildirdi. Harbiden devletin tehlikesizliği için çalışıyorlar lan dedim.
O kadar çok Atatürk caddesi var ki küçük çaplı kaybolmalar yaşadık bu yüzden. Hava kararınca otele döndük. Bir Nahçıvan votkası içer miyiz be? şeklinde sorular yönelttik birbirimize. Fiyatlara bakınca 70’lik votkanın yaklaşık 18 lira olduğunu gördük. Hayat felsefesi bir şeye 5 liradan fazla vermemek olan Eyüp Yavuz o anda sevinçten takla atmaya başladı( Bu arada Eyüp pinti biri değil, sadece bir şeye 5 liradan fazla vermek hayat felsefesinde yok). Otelin lobisinin yanında canlı müzik yapılan bir ayrı bölme var. Biraz pavyonu andırıyor ama şarkı söyleyen hanımefendiden başka kadın yok ortamda. Herkes erkek ve hepsi senkronize bir şekilde çiğdem(çekirdek) yiyip bira içiyorlar. Nahçıvan’da herkes çiğdem yiyor. Garson bile servisi yaptıktan sonra boş bir masaya oturup kaldığı yerden çiğdemini yemeye devam ediyor. Uyuşturucu batağına sağlanmış bir ülkenin gariban bu halkı beni çok üzdü gerçekten.
Neyse biz çok gürültü oluyor diye o pavyon gibi olan kısma oturmadık, lobide içmeye başladık. Ama müzik sesi çok rahat bir biçimde bize geliyordu. Selami Şahin, Cengiz Kurtoğlu çalıp durdular. Biz de içkinin ucuzluğunun vermiş olduğu rehavetle ikinci votkayı söyledik. Tam bu kısımda size çok kısaca Anıl’dan bahsetmek istiyorum: Anıl hayatımda gördüğüm en sakin, en soğukkanlı adamlardan biri. Biri suratına bakıp dakikalarca küfür etse hiç konuşmadan dinler; küfür edenin lafı bittikten sonra ise “bravo” diyip ne yapıyorsa o işe döner. Hatta kangren olduğunu öğrense ve kolu kesilecek olsa “beyler ben bi şu kolu kestireyim geleyim” der. O kadar sakin bir arkadaştır. Yine böyle sakin bir havdayken, yani ikinci votkanın yarısındayken bize “beyler ben odaya gidip bir kusacağım sonra da yatarım” dedi. Bunu öyle bir söyledi ki sanki her gün kusuyor da öyle uyuyor izlenimi yarattı bizde. Sakinliğine hayran olmamak imkansızdı gerçekten. Ve nitekim odaya gidip kustu ve uyudu. Biz ise o sırada Eyüp ile kalan votkayı içmiş votkanın verdiği kafa güzelliği ile gidip çalgıcıları tebrik edip ellerini sıkmıştık. Hatta ben hızımı alamayıp yan masada oturan abinin de elini sıkmıştım. Abi ne yapıyor bu amk delisi der gibi bir bakış attı bana. Ama dünya umrumda değildi. Bu kısa tebrik faslından sonra Eyüp ile biz de odaya çekilip uyuma kararı aldık. Eyüp bana “hayatında bu kadar sarhoş olmadığını ve hayatının en güzel günlerinden birini yaşadığını söyledi.” Ardından odaya girip yataklarımıza çekildik. Aradan 5 dakika gibi kısa bir süre geçtikten sonra banyodan Eyüp’ün böğürme sesleri geldi. Bu sesler üzerine benim de midem kalktı ve ben de kusmak için banyoya girdim. Banyoya girdiğimde Eyüp’ü küvetin içinde musluk açık, üzerinde kıyafetler ile kusarken gördüm. 5 dakika önce hayatımın en güzel günlerinden birini geçiriyorum diyen bir adamın hazin sonuydu bu gördüğüm. Yalnızca 5 dakika içinde o şen şakrak adam duşta kusup giden günlerim oldu şarkısını söyleyebilcek kıvama gelmişti. Hayat gerçekten çok garipti… Bu şaşkınlığımı bir kenara atıp Eyüp’e selam verip kolay gelsin kardeşim dedikten sonra, beyefendi gibi klozete kusmaya başladım ben de. İşim bittikten sonra sakince yüzümü yıkadım ve yatağıma girdim. Aradan bir 5 dakika daha geçmişti ki midem yine bir isyana kalkıştı. Banyonun kapısına doğru gittiğimde Eyüp’ün kapıyı kilitlemiş olduğunu fark ettim. Ama bir yere kusmalıydım. İçimde, dışarı çıkmayı bekleyen son bir “sac kavurma” vardı çünkü. Nasıl yaparız nereye yaparız diye düşünürken pencereden aşağı kusayım bari dedim. Ama o da ne? Pencerenin önünde sineklik vardı ve ne yaparsam yapayım kıramıyordum. Birden gözüme pencerenin önündeki mermer takıldı. Yeterli uzunluk ve genişliğe sahip bu mermeme sakin bir şekilde bir kuble kustum. Son sac kavurma da bu şekilde dışarı çıkmış oldu. Midem rahatlamıştı. Yatağa girdim ve sabaha kadar deliksiz uyudum.
Ertesi gün olduğunda hepimiz sanki gece Anıl’la sevişmişiz gibi keyifsiz ve suratsız uyandık. Sabah otelden çıkıp İran’a gidecektik ama bu halde gitmemizin imkanı yoktu. Bir gün daha Nahçıvan’da kalalım bari dedik ve uyumaya devam ettik.
Nahçıvan Notları hakkında daha ciddi bir yazıyı da buraya tıklayarak okuyabilirsiniz.
Nahçıvan Notları bitti. Bir sonraki yazıda İran’a neden gidemediğimizden, bir anda rotayı Gürcistan’a çevirmemizden ve bizi arabasına alan Rizeli tuhaf abiden bahsedeceğim.
1 comment
aferin