Size Kasım ayında yapmış olduğum Kudüs gezisi ile cennete gitmeyi nasıl garantilediğimi anlatacağım(aslında o zaman komikti ama şimdi anlatınca komik olmayacak).
Bir de başlamadan önce, Kudüs Gezi Rehberi adlı yazımı da buraya iliştireyim. Belki lazım olur. Neyse başlayalım.
Ekim ayının başındaki sıcak bir İstanbul gününde, birden hacı olmam gerektiğini ve torunlarımın “benim dedem hacıydı ya” demelerini istedim. Buna psikolojide “ANİDEN GELEN HACI OLMA İSTEĞİ” deniyor. Bu istek üzerine, o anda, Kasım ayı için İsrail’e bilet aldım(evet o zamanlar para boktu ve sefa pezevenkliği seviyesi=veteran). Kudüs Gezisi yalnız başıma planladığım bir seyahatti. Bileti almamdan iki hafta sonra Tunç adlı arkadaşımdan bir telefon aldım. Bana “duyduğuma göre Kudüs gezisi yapıp Kudüs’e gidip Haham olacakmışsın” dedi. “Evet Tunç kardeşim doğru duymuşsun” dedim. “Yanına yoldaş arıyor musun?” dedi. Ben de ciddiye almayarak “olur tabi ki sen de gel” dedim. Akşam oldu bu beni tekrar aradı: “Müstakbel Haham Efendi! Ben uçak biletini aldım, otel işini ne yapacağız?” dedi. O an küçük çaplı bir şok yaşadım. Geleceğine ihtimal vermediğim adam bana yoldaşlık edecekti. Böylece “JERUSALEM: An Unexpected Journey” adını verdiğim seyahatimin çok tuhaf geçeceği kesinleşti.
Uçağın kalkış günü geldi, biz Tel Aviv’e ulaştık, 2 günümüzü orada geçirdik. Asıl görmek istediğimiz yer olan Kudüs’e gitme vakti geldi sonra. Kudüs’e ulaştığımızda saat geç olmuştu. Bunun hacı olmak için iyi bir vakit olmadığına karar verdik ve ertesi gün hacı oluruz diye düşündük. “Bari boş durmayalım son günahlara girelim Tunç’çum” dedim. Oturduk birkaç bira içtik.
Ertesi gün oldu, Ağlama Duvarı’nda ağladık, dünyanın ilk kilisesinde vaftiz edildik. İlk iki dinde hacılık mertebesine ulaştık. Sıra İslam’a geldi. Vakit kaybetmeden Müslüman bölgesinde bulunan Mescid-i Aksa’ya doğru yol aldık. Bu kısma Müslüman olmayanlar giremediği için çok sıkı bir polis kontrolü var ve çeşitli sorular soruyorlar. Tunç’un şansına polis buna “oku bakayım bir Fatiha” dedi. Tunç mal gibi yüzüme bakıyor. Okuyamıyor. Ulan lisede hiç mi ezbertletmediler size kafir herif der gibi bir bakış attım buna. Ben de polisi lafa tutmaya, konuyu değiştirmeye çalışıyorum. We are from Turkey, Reeecep Tayyyip Errdoğaaan, Recep Tayyip Erdoğan falan diyorum. Baktım polis Tayyip Erdoğan’ı duyunca yumuşadı. Altın vuruşu yapma vakti geldi dedim içimden. Elhamdülillah elhamdülillah, AllahhuuAkber benzeri içinde Allah geçen tüm kelimeleri kullandım istemsiz bir şekilde. Tam o sırada Tunç, T.C kimliğini çıkardı, arkasını çevirdi. Din kısmında İslam yazısını gören polis “tamam geçin, kusura bakmayın beklettik” falan dedi. He dedim şöyle.
Biz içeri girdik hemen büyülendik. Bir yanda Kubbet-üs-Sahra, bir yanda El Aksa Camisi. Fotoğraf falan çekilmeye başladık. Tam o sırada yanımıza 8-9 yaşlarında bir velet geldi, bizle konuşmaya başladı. Adının İshak olduğunu öğrendiğim bu piç, hemen bizim peşimize takıldı. Bizi gezdirip rehberlik etme ayağına bir kitledi bizi anlatamam. Velette de bir İngilizce var şaşarsınız. Neyse, bu bizi aldı, El Aksa Cami’sinin (Müslümanların ilk kıblesi) içine soktu. Bize sorular falan soruyor İslam ile ilgili. Tunç’a dönüp “Tunç bizim kafir olduğumuzu çaktırma, sinirleri çok gergin olan Filistin halkına bizi siktirirler bak” dedim. Tunç evet manasında başını salladı. Sonra bu velet “sadaka vermek ister misiniz?” dedi. İçimden “mecbur vericez zaten amk” dedim. Dışımdan ise “tabi ki İshak kardeşim, Kudüs’te sadaka vermek ömrü bile uzatır. Nereye veriyoruz sadakayı?” dedim. Bu, “bana verin ben sahibine ulaştırırım” dedi. Aldı parayı “burada bekleyin abdest alın, namaz kılın ben hemen geliyorum” dedi. Abdest almayı bilmediğimiz için biz zaten abdestliyiz diye kıvırdım ben. Tamam namaza başlayın o zaman, bitene kadar gelirim ben dedi. Bunu sesli bir şekilde söylediği için etraftakiler de duydu. Biz, iki kafir, mecbur namaz kılacaktık anlayacağınız. Tunç, bana doğru, başımıza ne işler açtın ulan der gibi bir bakış attı. Ben de ona Tunç’çum olan oldu, Allah’a yalvarmaya başla da 2 dakika içinde bize namazın nasıl kılınıldığını anlatan bir vahiy indirsin der gibi bir bakış attım. Biz Tunç ile çöktük secdeye mal gibi duvara bakıyoruz. Namaz falan kılamıyoruz, birbirimize kimsenin duyamayacağı şekilde küfürler ediyoruz. “Ulan! bari şu ellerini aç, dua ediyormuşuz izlenimi yaratalım” dedim. “Sonunda mantıklı bir şey söyledin Aykut” dedi. Biz, İshak gelene kadar öylece oturduk duvara baktık. Halıların desenlerini inceledik. İshak geldiği sırada ellerimizi yüzümüzle buluşturduk, namazı bitirmiş izlenimi verdik. Baktım, İshak elinde Kuran ile çıkagelmiş. “Bu ne olacak İshak kardeş? Sadakanın karşılığı mı bu? Bize mi veriyorsun?” dedim. “Yok” dedi. “Buna şimdi senin adını yazacağım, bu Kur’an’ı kim okursa senin adına okumuş olacak” dedi. Hay Allah ya banane amk ben inanmıyorum ki diyemediğim için sahte bir gülümseme mimiki verdim yüzüme. Kalem verdi, adımı yazdım. Kur’an’ı boşta duran bir rahlenin üstüne koydu, “hadi çıkalım artık” dedi. Biz de Tunç ile ne yaptık biz ulan diyen bakışlarla dışarıya doğru yol aldık.
İşte cennete gitmeyi böyle garantiledim arkadaşlar. Şu an büyük ihtimalle Kudüs’te biri benim adıma Kur’an okuyor ve yarın da okuyacak hatta öbür gün de. Şu an, sağ omzumdaki melek fazla mesai yapmaktan sendikaya başvurdu bile. Selam ve muhabbet ile…