“Kirazın Tadı” isimli bir film vardir. Abbas Kiyarustemi`nin bir filmi. İntihar etmek isteyen bir adamın yolda gördüğü insanlardan yardım istemesini konu edinir. İntihar etmek isteyen Bedi arabasına önce Kürt bir askeri, sonra Afgan bir ilahiyatçıyı ardından da bir Türk’ü alır. Filmin sonlarina doğru arabasına aldığı Türk onu intihardan vazgecirmek için şunları soyler:
35 yıl boyunca bu çölün esiri oldum.. başımdan geçen bir şeyi anlatacağım sana. Evlendikten kısa bir süre sonraydı. Her türlü sorunumuz vardı.. o kadar sıkılmıştım ki, her şeyi bitirmeye karar verdim.. bir sabah şafaktan önce arabaya ip koydum. Aklım berraktı, kendimi öldürmek istiyordum. Mianeh’e gittim, yıl 1960’tı. Kiraz ağaçlarının yakınına gittim. Orada durdum. Şafak sökmemişti.. ipi bir ağaca attım, ama orada durmadı.. bir iki kere denedim ama olmadı. Sonra ağaca tırmandım ve ipi sıkıca bağladım. Sonra elimin altında yumuşak bir şeyler hissettim, kirazlar ! çok güzel tatlı kirazlar. Bir tane yedim, güzeldi. Sonra iki ve üç tane daha.. sonra fark ettim ki güneş dağların üzerinde doğuyordu. Ne güneş , ne manzara, ne yeşillik.. bir anda okula giden çocukların sesini duydum.. bana bakmak için durdular. Benden ağacı sallamamı istediler. Kirazlar düştü ve yediler.. mutluydum. Sonra biraz kiraz toplayıp eve götürdüm.. karım hala uyuyordu. Uyandığında o da kiraz yedi.. ve o da mutlu oldu.. kendimi öldürmekten vazgeçtim. Ve kirazlara geri döndüm.. bir kiraz hayatımı kurtardı. Bir kiraz hayatımı kurtardı..
Bütün umudunu yitirdin mi? Sabah uyanınca gökyüzüne baktın mı? Şafakta güneşin doğmasını görmek istemiyor musun? Günbatımında güneşin sarı ve kırmızısını.. bunu artık görmek istemiyor musun? Ay’ı gördün mü? Yıldızları görmek istemiyor musun? Dolunay gecesini, tekrar görmek istemiyor musun?…
İşte anlatacağım bu hikaye, İlha Grande adında cennet gibi bir adada, hayattan aldığım keyif üzerine. Ne zaman hayattan keyif aldığımı düşünsem aklima “Kirazin Tadi” filminin bu kısmı gelir. Anlatilmak istenen belki farklıdır ama dünyanın yasamak için o kadar kötü olmadığını anımsatır bana hep.
Bu konuya daha sonra dönmek üzere konudan biraz sapmak istiyorum.
4 gece Rio de Janeiro’da kaldiktan sonra workaway.info uzerinden ayarladığım gönüllü bir çalışma programı için Rio de Janeiro eyaletine bağlı olan Ilha Grande adlı adaya gittim. Ilha Grande Portekizcede `Buyuk ada` anlamina geliyor. Gercekten de o civarın en büyük adası. 18 Haziran sabahı adaya gitmek icin yola koyuldum. Önce otogardan otobüse binecek daha sonra ise tekne ile Ilha Grande’ye gececektim. Sabah saat 8 gibi uyandım ve kaldığım evin önünden geçen otobüse bindim. Kısa bir süre sonra otogara vardım ve biletimi aldim. Yaklaşık 1.5 saat sonra ineceğim yere gelmistim. Oradan da bir tekneye binip adaya gitmem gerekiyordu. Bir sürat teknesine yaklasik 10 kisi binip Survivor’da ödül oyununa giden gönüllüler takımı gibi yola koyulduk. Tam 20 dakika sonra Ilha Grande’deydim. Adımımı atar atmaz etrafı hayranlıkla seyrettim. Cigerlerime temiz havayı cekerken ayni zamanda huzuru da cekiyordum. Etrafta motorlu taşıt yoktu, atm yoktu, gürültü yapan bir kalabalık yoktu. İşte o an cennete geldigimi düşündüm ve kendimi Adem diye tanıttım herkese.
Fazla oyalanmadan gideceği kızın evini bulmam gerekiyordu. Daha once hangi sokakta oturdugunu bana mail yoluyla anlatmıştı ama evinde herhangi bir numara yazmiyormus. Acilen internet bulup kendisine mesaj atmam lazimdi. Birkaç kafeye gidip wifi sifresi istedim ama “hayir” cevabı aldım. Cesaretim kırılmıştı. Oyle cekingen huyların vardir. Zaten sikilarak soruyorum bir de hayır cavabi alinca ben de pes ettim. Oturup bir şeyler içip internete de bağlanmak istemedim açıkçası. Tamam ben bu evi ne yapip edip size muhtaç olmadan bulacagim dedim kendi kendime. İşi inada bindirmiştim. Cecilia’nin oturdugu sokağa girdim ve numarasi olmayan evlere göz atmaya başladım. Ancak sokaktaki evlerin neredeyse yarısı numarasızdı. Bu işimi oldukca zorlaştırdı. O an aklima bir fikir geldi ve telefonun wi-fi baglantisini açtım. Eğer şanlıysam wi-fi adı Cecilia ya da Cecilia’nin soyadı olan Kovacs’tir diye şansımı denemeye basladim. 5 dakika yürümüştüm ki “bolson” isimli bir wi-fi baglantisina denk geldim. Birden kafamda simsikler çaktı. Çünkü Cecilia’nin “workaway” profilinde Arjantin’in El Bolson eyaletinden olduğu yaziyordu. Bu kadar küçük bir adada bolson kullanici adlı baska kimse olamaz diye düşündüm ve bahce kapısını açıp iceri girdim. 2 adet ev vardi, bir göz attim ve soldaki evde çamaşırların asılı olduğunu gördüm, oraya yoneldim. Evde benim yaslarimda bir kız vardi. Ona Cecilia’yi aradigimi ve burada yasayip yaşmadığını sordum. Konustugum kiz Cecilia’nin kız kardesiydi. Cecilia’nin sahildeki dükkanında olduğunu soyledi. Cantalarımı bırakıp kızın tarif ettiği dukkana gittim. Dediği gibi Cecilia oradaydı.
Simdi size biraz Cecilia’dan bahsetmek istiyorum:
Cecilia 26 yasinda. Arjantinli. 2 yil once bu adaya gelip adaya aşık olmuş ve buradan bir ev alip kiz kardesiyle yasamaya baslamış. Evinin ikinci kısmını pansiyon gibi kiraladigi icin evde ve bahcede yapacak isler varmis ve bu yuzden workaway uzerinden gezginleri agirlayip yardımlarını aliyormus. Cecilia workaway uzerinden yazdigim ilk kisiydi ve hemen sicak kanli bir geri donus yapti bana. Ben de kendisinin anadili Ispanyolca oldugu icin onu tercih ettim; Cunku Ispanyolca pratik yapacak birilerine feci halde ihtiyacim vardi. Aradan gunler gecti ve iste Cecilia ile birlikteydik. Yalnizca haftaici olmak uzere gunde en fazla 4 saat calisacak ve karsiliginda kalacak yer ve yemek alacaktim(ilkel kolelik anlayacaginiz). Ama kendisi o kadar iyi bir insan ki sanki kendi bahcemi duzenliyormusum gibi hissettim surekli. Kaldigim 2 hafta boyunca da hic 4 saaati bulan bir is gunum olmadi. Ben adaya geldikten 2 gun sonra ayni benim gibi bir Fransiz cocuk da geldi.
Biraz da ondan bahsetmek istiyorum:
Adi David. 30 yasinda. 3 yildir dunyayi geziyormus. Fransa’ya hic dondun mu bu 3 yil boyunca dedim donmedim dedi. Nasil beceriyorsun bu kadar gezmeyi dedim. bir yerden sonra her sey kolaylasiyor dedi. 9 aydir Guney Amerika’daymis. Ispanyolca da ogrenmis.Su ana kadar heralde en cok onun sayesinde Ispanyolcami gelistirdim. Calistigimiz bir gun artik Ingilizce konusmak yok dedi ve 1 saat boyunca hic Ingilizce konusmadi benimle. Artik yalvararak nolur Ingilizceye don hicbir sey anlamiyorum dememe ragmen tek kelime etmedi Ingilizce. Su an dusunuyorum da en cok Ispanyolca ogrendigim gun o gundu sanirim. David ile yaklasik 10 gun gecirdik ama hayatimda bu kadar ilham aldigim cok az insan vardir. Bu yuzden ara ara yazilarimda ondan bahsedecegim.
Ada hayatima geri donmem gerekirse oldukca sakin bir 2 hafta gecirdim. Kendimi dış dunyadan soyutlamaya calıştım. Beslenmeme dikkat ettim, spor yaptim. 2 hafta boyunca agzima ekmek sokmadim, kola hiç icmedim. Geceleri saat 11 gibi yatip sabahlari gunesin dogusu ve hemen evin yanindan akan nehirin sesiyle 6 gibi uyaniyordum. Sabahtan Cecilia icin yapmam gereken isleri yaptiktan sonra etrafta gezmeye, dag bayir tirmanmaya gidiyordum. O kadar guzel yuruyus parkurlari var ki iyi ki bu adaya gelmisim diyorsunuz. Kendimi biraz yorgun hissettigim gunlerde ise sahile gidip kumlara uzaniyor, kitap okuyordum. Adada her yer kedi, kopek oldugu icin kitap okurken surekli yanima geliyorlar, onları sevip vakit geciriyordum. Yukarida bahsettigim paragrafa geri donersem, iste yasamak gercekten boyle bir şey. Kıyıya vuran dalga sesiyle içinin titremesi, yanina gelen kopeğin başını okşadığında onun yuzunde gördüğün tatlı salaklık, ya da ayağın soguk kumlara degerken okuduğun kitaptaki bir cumlenin sana gecmisteki hos bir ani hatirlatmasi. Yaşamak sırf bunları bir kere daha yapabilmek için bile değer. Bu küçük seyler hep yasamanin guzel oldugunu hatirlatti bana. Istanbul’da yasadigim bıkkınlığın yerini tatli bir huzur aldi. Daha dokunulacak cok hayvan, okunulacak cok satır vardi. Tanisilacak bir sürü insan, dahil olunacak bir sürü hikaye… Melih Cevdet Anday`in da dedigi gibi “Yaşamak güzel şey doğrusu”.
….
Hoşçakalın