Uzun sayılabilecek bir süredir internet erişimim yoktu. Bu yazıyı anca yazabiliyorum. Başlamadan önce bağışta bulunan bazı kişilere teşekkür etmek istiyorum. Sevgili dayım Ender Öğüşlü(150 tl), sevgili Ortadoğu yoldaşım Tunç Ilgın(200 tl), sevgili dostum Ozan Kalender(50 tl), Turan coğrafyasını birlikte gezeceğim dostum Anıl Tulu(50 tl) ve beni maaşa bağlayan sevgili eski ev arkadaşım Serkan Demir(40 tl) bağışta bulunmuşlar. Bayram hakikaten bereketiyle geliyormuş. Hepsine buradan teşekkür ediyorum.
Bazılarınızın hatırlayacağı üzere(3 kişi) “Hayatımın En Kötü Günu“nde soğuktan donmuş, “Hayatımın En Kötü Günü 2“de Liverpool’lu taraftarlar tarafından dolandırılmış “Hayatımın En Kötü Günü 3“te ise babamın dayısı tarafından işkembe temizlemeye mahkum edilmiştim. Bu hikaye ise aralarında en kötüsü bence. Başlayayım…
Yaklaşık 1 ay önce Arjantin’in kuzeyinde bulunan Salta eyaletinde bir ekolojik köy projesi kapsamında gönüllü olarak çalışmaya başladım. Köyde elektrik bile yoktu. Sırf bu yüzden bile böyle bir hayatı denemek için can atıyordum. Birkaç gıda hariç her şey de köyde üretiliyor, herkes ayrı bir iş yapıyordu. Bildiğiniz komün hayatı. Köye gelir gelmez büyülendim. Çok sessiz, etrafta ışık yok. Gökyüzünün bu kadar güzel göründüğü bir yer hiç görmemiştim. Kesinlikle büyüleyiciydi. Etrafta hayvanlar koşturuyor, yanda güzel bir nehir akıyordu.
Köye gece ulaşmıştım. Ertesi gün ise gözüme inşa ettikleri birkaç bina çarptı. Beton kullanmışlar ama üzerini kerpiç ile örtmüşler. Nispeten hoş görünüyordu. Böyle birkaç gün geçti. Tavuğun altından yumurtasını almadır, çicek, bahçe sulamadır falan gayet güzel eğleniyordum. Projenin sahibi kıza akıl veriyordum. Bak Tamara kerpiç evler bu iklim için uygun olur yazın evin içi serin, kışın ise sıcak kalır. İyi düşünmüşsün, bizim Urfa yöresinde de kerpiç evler yaygındır, yakından gözlemledim, bak şöyle şöyle yapsan daha iyi olur falan diyorum. O da can kulağıyla dinliyor. Böyle keyifli sohbetli birkaç günden sonra Tamara “hadi bakalım, şu evin bazı yerlerini kerpiçle kaplayacağız eksik kaldı orası” dedi bana. Ben de “hay hay” dedim. Bekledim bana şunu şunu yap demesini. Evin kenarında köy ağası gibi otururken Tamara birden bana”Aykutçum şuradaki el arabasındaki bokları getirir misin?” dedi. Benim İspanyolcam iyi değil , yanlış anladım sanırım dedim içimden. Dışımdan ise Tamara’ya “Como?” dedim. Bana “bokları getir Aykut, şuradaki boklar var ya onları” dedi. Baktım, gerçekten el arabasının içinde yüklüce bir miktar hayvan boku var. Tezek yani. Ben yüklendim el arabasına getirdim. Hala tezekle ne yapacağımızı anlamamış bir şekilde düşünüyorum. Bu sefer köyün delisi gibi. Bana “Şu tezekleri yerde görmüş olduğun toprak ve saman karışımına boşaltır mısın?” dedi. Boşalttım hemen. “Tamam ben içerideki işleri halletmeye geçiyorum sen bunu karıştırsana” dedi. Ben yine “como? como?” dedim. Karıştır işte elinle dedi. O an 3 saniye ölmüşüm arkadaşlar. 3 sn bilincim kapanmış, hatırlamıyorum. Tekrar etmek istemiyorum ama ben annesi tarafından prenses gibi büyütülen, babası tarafından ise iki eliyle bir iki doğrultamamakla eleştirilen bir adamım. Her gün Norveçli balıkçıların kullandığı nemlendirici kremden elime süren adamım. Bu kız gibi ellerimle nasıl bok yoğurayım ben şimdi. Bana böyle bir teklifte nasıl bulunulabilir??? 5 dakika boyunca tezeğe baktım. Buradan nasıl kaçabilirim diye düşündüm. İmkanım olsa koşarak kaçacağım ama en yakın yerleşim yeri 30 km uzaklıkta. İmkansız yani. Yapacak bir şey yok deyip başladım çıplak elle bok yoğurmaya. Çigköfte yoğurur gibi yoğuruyorum. Bir tavana fırlatmadığım kalmış. Annem görse üzüntüden, babam görse sevinçten ağlar. Yaklaşık 10 dakika İbrahim Tatlıses’in çigköfte yoğurduğu gibi bok yoğurdum. Sonra Tamara geldi ve tamam olmuş bu dedi. Ben o ana kadar bilmiyorum tabi kerpiçin tezek ve toprak karışımı olduğunu. Sadece çamur kıvamında toprak sanıyorum. Tezek de yapışkan görevi görüyormuş o karışımda. Şehirli bir bebe olmak gerçekten çok zormuş. Hiçbir şey bilmiyormuşum.
Sonra başladım ben bu boku duvara tavana sıvamaya. Hani sıçıp sıvamak dedikleri tam olarak bu. Gerçek manada ya. Artık alışmışım tabi kanıksamıyorum napayım. Bir kere boka battık devam edelim bari diyorum. O anda da duvarlar bitti hemen kapı ağzında çatı gibi bir kısım var çatının iç tarafına yapıştıracağım bu bokları. Yapıştırıyorum yapıştırıyorum olmuyor. Yer çekiminin kuvvetinden yere düşüyor boklar(yer çekimi gibi bilimsel bir kavramı, bok ile aynı cümlede kullandım ya helal olsun bana. Newton görse ağlar). En sonunda hallettim bitti ama ben de bittim. İçeri girdim bir su içtim, sonra dışarı çıktım. Ama o anın vermiş olduğu gerginlikle kapıyı biraz sert çarpmışım ki az önce yapıştırdığım bütün boklar kafama döküldü. Keşke başımdan aşağı kaynar sular dökülseydi. O an hiş sesimi çıkarmadım olduğum yerde kaldım, sessizce bekledim ve en sevdiğim ve en çok kullandığım İspanyolca kelimeyi kullandım: “MIERDA”. O anki ortama bundan daha güzel bir kelime yakışamazdı. Tabi ben alay konusu da oldum. Bunu gören kızlar gülmeye başladı haliyle. Ben ise ortamdan da uzaklaşmak için nehire yıkanmaya gittim. Tabi o koku ellerimde bir hafta kaldı, sinekler başımdan ayrılmadı, her tarafımı bir hafta boyunca soktular. Tırnak yemeyi çok seven ben bu sayede tırnak yemeyi bıraktım(Olaya iyi yanından da bakalım).
Olay bu arkadaşlar. Hayat gerçekten sürprizlerle dolu. Latin kızlarıyla tango yapmak için geldiğiniz Arjantin’de kafanızdan aşağı boklar düşebiliyor. Hoşçakalın.
1 comment
Blog yazmaya devam etsem keşke:)bütün yazıları okudim.suan hangi noktadasin çok merak ediyorum:)